Ekonomik büyümenin anahtarı tüketimi artırmak değil, düşük karbon ekonom
Küresel ısınma ile mücadele açısından bakıldığında, yaşadığımız finans krizi bir yandan çok olumsuz, diğer yandan da çok olumlu bir etki yaratabilir. Olumsuz etkinin nedeni, ekonomik sorunlarla uğraşan birey ve şirketlerin küresel ısınma gibi uzun vadeli konularla ilginecek zaman ve paralarının bulunmaması olacaktır. Güzel zamanlarda ortaya çıkan "yeşil" duygular, bulutlu ve karanlık zamanlarda yok olup gidebilir. Fakat bununla birlikte krize bir başka taraftan bakma şansımız da yok değil. Petrole dayalı bir ekonomiden, düşük karbon ekonomisine geçiş, küresel ekonomiyi içinde bulunduğu ortamdan çıkartıp, uzun vadeli büyüme sürecine sokabilir.
Bu görüş aslında Küresel Isınma Ekonomisi Raporu'nun yazarı Lord Nicolas Stern'e ait. Stern'in 2006 yılında yazmış olduğu rapor, yayınlandığı günden bu yana dünyanın çok sayıda ülkesinde etkili oldu. World Bank'ın eski baş ekonomisti ve İngiltere Hazine Danışmanı Stern raporunda, küresel ısınma ile bir an önce mücadeleye girmenin maliyetinin ülkenin GSMH'sinin yüzde 1'ine denk geldiğini ifade etmişti. Harekete hemen geçilmediğinde ise bu maliyetin 5 ila 20 kat arasında artacağını söylemişti.
Bugün London School of Economics'te ekonomi ve yönetim profesörü olarak görev yapan Stern, yaşanan kriz döneminden sadece tüketimi pompalayarak çıkmanın mümkün olmadığını ifade ediyor. "Tüketimi artırmak için vergileri azaltmak, istihdam yoğun alanlara yatırım yapmamız gerekiyor. Tüm bunlar önemli, fakat öncelikle sağlam temellere dayanan sürdürülebilir büyümeyi sağlayacak alanları düşünmemiz gerekli" diyen Stern, enerji israfını ve dolayısıyla karbon emisyonunu azaltmanın, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmenin ekonomik açıdan zor zamanlarda çok büyük önem taşıdığını savunuyor.
Enerji verimliliği işsizliğe çözüm yaratır
Enerji verimliliğinin işsizlik sorununu çözecek bir unsur olduğunu kaydeden Stern'in bu konudaki görüşleri şöyle: "Mevcut binaların izolasyonu bir an önce başlatılabilir ve bu da önemlir bir istihdam fırsatı yaratır. Düşük karbonun desteklenmesi sadece enerji verimliliğini ve yenilenebilir enerjileri değil, aynı zamanda ulaşım sektörü, inşaat sektöründe yeni malzemeler kullanımı, üretim sistemlerinin gelişmesi, farklı tarım metodlarının bulunması gibi ekonominin neredeyse her alanına yönelik gelişmeleri ilgilendiriyor. Bu tür bir yeşil büyüme, gelecekteki ekonomik büyümenin temellerini atacaktır."
Kadir Has Üniversitesi AB Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Yrd. Doç Dr. Özgöker: Kriz durumlarında devlet müdahaleleri zorunluluktur
Rekabet ve rekabet hukuku AB'nin en önemli ortak politikalarından birisi. Müktesebat konu başlıkları arasında yer alan rekabet politikası Türkiye ve AB ilişkilerinin en ağırlıklı gündemini oluşturacak konulardan da birisi aynı zamanda. Ortak Rekabet Politikası'nın temel amacı ticaretin serbestçe yapılabilmesi. Dolayısıyla sadece şirketleri değil, devletleri de yakından ilgilendiriyor.
AB rekabet politikası ve hukuku dikkate alındığında, özellikle yaşadığımız finans krizi sürecinde sıklıkla izlediğimiz devlet yardımları ve müdahalelerini nasıl değerlendirebiliriz sorusu geliyor aklımıza. "Avrupa Birliği Rekabet Hukuku ve Politikası" isimli kitabında AB entegrasyonunun ana motorunun AB ortak rekabet politikası olduğunu söyleyen Kadir Has Üniversitesi AB Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Yrd. Doç Dr. Uğur Özgöker devlet yardımlarının aslında rekabeti bozan ve adil ticareti engelleyen en büyük etken olduğunu ifade ediyor. Fakat Özgöker, bunun devlet yardımlarının yasaklanması anlamına gelmediğini de ekliyor. "AB ve ABD gibi serbest piyasa ekonomisini uygulayan gelişmiş zengin ülkelerde, serbest piyasa veya liberalizmin tanımı gereği devletin ekonomiye teşvikler, faiz oranları, vergi oranları vb. gibi enstrümanlarla müdahale etmesi benimsenmemektedir" diyen Özgöker, ancak doğal felaketler veya ekonomik kriz durumlarından bu tür müdahalelerin kanunen mümkün olduğunu söylüyor. Özgöker'in yorumları şöyle: "Afet, sel, deprem, savaş gibi olağanüstü durumlarda veya ülkenin bir bölgesinde büyük bir iktisadi gerileme, işsizlik, pahallık, hammadde ve mal tedarikinde zorluk, malların karaborsaya düşmesi, reel ve finans sektöründe büyük dalgalanmalar olması, kötü iktisadi koşulların bölgesel sosyal ve siyasi huzursuzluklara sebebiyet vermesi durumunda, en ileri kapitalist devletlerde bile devletlerin ekonomiye çeşitli enstrümanlarla müdahale etmesi kanunen mümkündür. Hatta zorunluluktur."
Ekonomiye müdahalenin en önemli aracı devlet yardımları
Devletin ekonomiye müdahalesinin en başta gelen aracının devlet yardımları olduğunu dile getiren Özgöker, bu yardımların ancak ve ancak "istisnai" ve "olağanüstü" durumlarda olabileceğini, yani rekabeti bozmaması, uluslararası ticareti engellememesi ve bazı kesimlere ayrımcılık ve kayırmacılık yapılmaması gerektiğinin altını çiziyor. AB'de devlet yardımlarının normal durumlarda bölgesel yardımlar ve sektörel yardımlar olarak ikiye ayrıldığını kaydeden Özgöker, bu yardımlar hakkında şu bilgileri veriyor: "AB'nin herhangi bir bölgesinde, kişi başına düşen GSYİH, AB ortalamasının yüzde 40 altındaysa, AB bu bölgelere FEDER (Bölgesel Fon) ve FEOGA (Tarım Fonu) bütçesinden devlet yardımı yapar. Bu iki fon yıllık AB bütçesinin 4'te 3'ünü oluşturuyor. Sektörel yardımlar ise otomobil, tekstil, kimya, finans, zirai ürünler gibi herhangi bir sektörde çok büyük bir problem çıkması durumunda, sorunlu olan o spesifik sektöre yönelik vergi indirimleri, kredi kolaylıkları, istihdamı teşvik, eğitim ve mesleki eğitim olanakları, dış pazarlara açılma ve uluslararası fuarlara katılma desteği şeklinde gerçekleşiyor. Devlet yardımlarının şirketler düzeyinde etkileri sınırlı. Çünkü AB'de şirketlere çok istisnai durumlar hariç doğrudan yardım yapılmıyor. Bunun yanı sıra, KOBİ'lere yönelik yardım ve destek paketleri bulunuyor ve girişimcilere doğrudan yardım yapılabiliyor. Büyük firmalara yapılan devlet yardımları AB Komisyonu tarafından yasaklanıyor."
Türkiye'de devlet yardımları yeterince denetlenmiyor
Peki devlet yardımları Türkiye'de ne boyutta? Dr. Özgöker, devlet teşebbüsleri ve devlet yardımlarının denetlenmesi ve düzenlenmesi hususunda Türkiye'nin AB mevzuatına henüz uyum sağlayamadığını ifade ediyor. Bunun nedeni olarak ise "hükümetlerin teşvikler vasıtasıyla siyasi rant sağlayarak oy oranlarını artırmak istemelerini" gösteriyor.