Ekonomik büyüme kimin için?
Sürdürülebilir kalkınma yalnızca ekonomiyi büyütmek değil; o büyümeyi adil bir şekilde paylaşmak, herkese eşit fırsatlar sunmak, geleceği inşa ederken kimseyi geride bırakmamak anlamına geliyor.
Ama toplumun büyük bir kesimi zorluklar içinde bu mücadele ederken ne kadar mümkün? Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2023 yılı verileri, durumun vahametini açıkça ortaya koyuyor.
Türkiye’de en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik kesim, toplam gelirin yüzde 48,7’sini alırken, en düşük yüzde 20’lik kesim sadece yüzde 6,1’lik bir paya sahip. Bu uçurumun bize anlattığı basit ama çarpıcı bir gerçek var: Türkiye’de ekonomik büyüme, refahın adil bir şekilde paylaşılmasını sağlamıyor. Tablo son derece çarpık, eşitlikten uzak ve kırılgan.
Gelir Uçurumları: eşitliğin hayal olması
Gini katsayısı, gelir dağılımındaki eşitsizliği ölçen ve bir toplumdaki gelir dağılımının ne kadar adil olduğunu değerlendiren bir gösterge. Türkiye’nin 2023 Gini katsayısı 0,420. Bu rakamın ardında hayatlarını ekonomik belirsizlik ve zorluklarla sürdüren milyonlarca insanın hikayesi yatıyor. Bu, rakam, toplumda ekonomik uçurumların derin olduğunu ve bu uçurumun sadece bireylerin değil, ülkenin genel kalkınmasının önünde bir engel oluşturduğunu söylüyor.
Söz konusu eşitsizlik, sadece zenginle fakir arasındaki mesafeyi açmıyor; aynı zamanda toplumun bağlarını zayıflatıyor, umutları zedeliyor. Nitekim gelir adaletsizliği, bir çocuğun hayalini gerçekleştirecek bir eğitim alıp alamamasını, bir annenin hastaneye gidip gitmemesini, bir babanın ailesine temel ihtiyaçları sağlayıp sağlayamamasını belirliyor.
Doğu, Batı ve kalkınma sarmalı
Bu eşitsizlik yalnızca bireyler arasında değil, aynı zamanda bölgeler arasında da kendini gösteriyor. Türkiye’de yıllık ortalama eşdeğer hane halkı kullanılabilir fert geliri, en yüksek rakamla İstanbul’da 101.372 TL iken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bu rakamın yarısını bile bulamayan insanlar var. Özellikle Van, Muş, Bitlis ve Hakkâri bölgelerinde bu rakam 39.173 TL’ye kadar düşüyor. Tablo; gökdelenler, lüks restoranlar, ışıklı caddeler, köyünden göç eden ama şehirde tutunamayan mutsuz ve yaşam refahından uzak insanları resmediyor.
Diğer bir deyişle; gelir dağılımındaki açığı kapatmak için iç göçün bir anlamının olmadığının resmi de denebilir. Çünkü büyük şehirler ne herkese iş imkânı sunuyor ne de herkesi adil bir şekilde barındırıyor. Aradaki uçurum yalnızca bir ekonomik farklılık değil, aynı zamanda yaşam standartları, sosyal hizmetlere erişim ve fırsat eşitliği anlamında da derin bir kopuş yaratıyor.
Bu açıdan bölgesel eşitsizlik aynı zamanda toplumsal bir yara. Batı’nın metropol cazibesi ile Doğu’nun zorlukları arasında sıkışan Türkiye, toplumun bir kısmını ileri taşırken diğer kısmını geride bırakabilir mi? Geride kalanların yükünü taşıyanlar ise hem sosyal hem ekonomik hem de psikolojik açıdan kalkınmaya katkı sağlayabilir mi?
Büyüme kimin için?
Gelir uçurumları bölgesel olarak bile bu kadar derinken, “kalkınma” kavramının içi boş ve sadece koca bir ironi olarak kalıyor. Yoksulluk sınırında yaşayan aileler, fırsat eşitliğinden mahrum çocuklar, sağlık ve eğitim hizmetlerine erişimi sınırlı bireyler… Büyüme ve kalkınma, adil bir paylaşım olmadan ne ifade edebilir?
Bu durumda gelir adaletsizliğini çözmek bir tercih meselesi değil bir zorunluluk. Toplumun yüzde 20’si ile değil, yüzde 100’ü ile kalkınmayı hedeflemek gerekiyor. Türkiye ekonomisi, 2023 yılında yüzde 4,5 oranında büyüme kaydetmiş. Bu rakam 2022 yılındaki yüzde 5,6 ve 2021 yılındaki yüzde 11,5’lik büyüme oranlarının altında olsa da bir yanda ekonomik büyüme hedefi, diğer yanda gelir dağılımı adaletsizliği, kalkınma terazisinin iki ucunda asılı duruyor. Ama asıl çarpıcı olan ise şu: gelir dağılımındaki adaletsizlik sürdükçe, ekonomik büyüme, ne işe ve kimin işine yarayacak?