Ekonomik belirsizlikler gölgesinde sürdürülebilirlik
Dünya çok karışık bir düzende seyrediyor. Trump koltuğa gelirken savaşları bitireceği demecinin aksine, hem jeopolitik riskleri tırmandırıyor hem de ekonomilerde dalgalanmalara neden oluyor. Kararları sabit de değil. Bu nedenle çoğu tahmin ve stratejinin ömrü de epey kısalıyor. Dünya birkaç yıl aralıklarla önemli türbülanslara maruz kaldı. 2008 küresel kriz sonrasında yaşadığımız pandemi, ardından Rusya-Ukrayna savaşı ile başlayan güvenlik temelli ekonomik dalgalanmalar ve şimdi Trump öngörülemezliği gölgesinde ABD-Çin kaynaklı rekabet; küresel düzende yeni bir döneme girildiğine de işaret ediyor.
Küresel raporlar küresel ekonomide olumsuz bir senaryoya işaret ediyor
IMF en son raporunda, küresel büyüme oranı tahminini yüzde 3.3 olarak açıkladı ve bu öngörü tarihsel ortalama olan yüzde 3.7’nin altında kalmış oldu. JP Morgan da ABD temelli bir resesyonun yakın olduğunu vurguladı. Küresel Merkez Bankaları enflasyon riskinin altını çizdi. Özetle, küresel ekonomik görünüm zayıf seyrederken, sıcaklığını koruyan enflasyon ve yüksek seyretmesi muhtemel faiz oranları, Dünya koşullarını zorlayıcı kılmakta. Koşullar böyleyken, güvenin düşük, belirsizliğin yüksek seyrettiği bu gibi dönemlerde şirketler de, günü kurtarma refleksiyle uzun vadeli hedeflerini ertelemeye devam ediyor.
Sürdürülebilirlik bu gündemde liste dışı kalır mı?
Sürdürülebilirlik kavramı çok konuşuluyor. BM Kalkınma hedefleri gelecek nesilleri güvence altına almayı amaçlarken, AB Yeşil Mutabakatı ihracatçılar için yeni bir döneme işaret ediyor. Uluslararası Sermaye Piyasaları Birliği yeşil ve sürdürülebilir finans ürünlerine yönelik tanımlamalar yapıyor. Dünya Ekonomik forumu en son birkaç yıldır toplantılarında çevresel ve toplumsal sorunların ekonomik sorunlardan daha büyük riskler oluşturduğunun altını çiziyor. Devletler çeşitli inisiyatifler ve rehberlerle sürdürülebilirlik olgusuna ışık tutuyor. Tüketim ve yatırım alışkanlıkları da yeşil ve sürdürülebilir şirketlere kayarken, konu artık bir lüks tercih ya da şirketlerin havalı görünme dürtüsünden öte, ekonomik dalgalanmadan çıkış ve kalıcı refahı temsil ediyor. Fakat, Dünya gündemi çoğunlukla fiyat istikrarı, büyüme, istihdam ve borçlanma gibi makro koşullara odaklanırken, uzun vadeli ekonomik ve toplumsal kalkınmanın en temel taşı olan sürdürülebilirlik kavramı hak ettiği kadar konuşulmuyor.
Türkiye’de önemli adımlar atılıyor ama yol uzun
Türkiye de bu olumsuz küresel tablonun dışında değil. Yüksek enflasyon, hayat pahalılığı ve gelir dağılımındaki bozulmaya bir de bizdeki siyasi gerilimler eklendiğinde, bireyler temel ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken şirketler de olduğu kadarıyla işletme sermayelerini finanse etmeye çalışıyor. Finansa erişim zor ve kısıtlı. Mesela bu Perşembe MB faiz kararı gelecek. MB bu şartlarda faiz indirimini şimdilik rafa kaldırmış olmalı. Özetle finansa erişim bir sorunken, şirketlerin ESG felsefesi ile inovatif düşünce refleksini geliştirmesi ve uzun vadeli projeksiyonlar yapması daha da zorlaşıyor.
Finans sektörünün önemi de eğitim ihtiyacı da artıyor
Sermayenin yönlendiği projeler inovasyonun da nereye evrileceği konusunda bir ipucu veriyor. Yeşil, mavi ve sosyal tahviller, etik yatırım, ESG kriterlerine dayalı fonlar ve finans alanına son yıllarda girmiş bu yatırım araçları hak ettikleri kadar bilinmiyor. Devlet’lerin direktif ve teşvikleri önemli bir katalizör. Türkiye’de önemli adımlar atılıyor. SPK, BORSA ISTANBUL, BDDK işin finansal piyasalar tarafında önemli rehberler yayınlıyor. Ama yine de başka somut ihtiyaçlar ortada. Mesela, net sıfır karbon hedefi için yol haritasından, muhasebe meslek mensuplarının eğitimine, vergi düzenlemelerine, ESG skorlamada somut derecelendirme faktörlerinden, şeffaf denetim mekanizmasına ve raporlamaya kadar çoklu faktörlerin sürdürülebilirlik sistemine entegre edilmesi gerekiyor. Öte yandan, kamunun da harcama ve yatırımlarında yeşil dönüşüm ve döngüsel ekonomi kapsamında kendi attığı adımlarının anlatılması, daha geniş kitlelerin özendirilmesi açısından da önem arz ediyor.