Ekonomiden siyasete doğru kayma
Gündem FED-ECB-BOJ kararları ve G20 toplantısı gibi konular etrafında gelişirken siyasetin giderek daha fazla paya sahip olacağı bir döneme doğru ilerliyoruz. ABD’de 26 Eylül tarihinde başkan adayları ilk kez karşı karşıya gelecek. Anketler 3. bir adayın da yeterli oy oranını tutturarak bu münazaraya katılabileceğini gösteriyor. Gerçekleşirse ilginç bir gelişme olacaktır. Trump ve Clinton arasındaki makasın Trump lehine daralmaya başladığı bir ortamda adayların performansı önemli hareketler neden olabilir. Ekim ayında ise uzaktan oylama başlayacak ve nihayet 8 Kasımda ABD yeni başkanını seçmiş olacak. Trump’ın seçilmesi ,ki hiç düşük bir ihtimal değil, bir süre için ekonomik belirsizlik veya en azından bekleyiş anlamına gelecektir. Ancak benim asıl sorunlu gördüğüm bölge her zaman olduğu gibi Avrupa. Önce bu sene bitmeden Italya’da siyasi sistemin daha istikrarlı olmasına yönelik değişiklikler referanduma götürülecek. Bir yanda koalisyonlar dönemini kapatmak isteyenler diğer tarafta ise Mussolini dönemini hatırlayarak kuvvetli bir hükümete temkinli bakanlar. Ancak herkes başbakan Renzi’nin referandumdan yenik çıkması durumunda koltuğunun ve eninde sonunda AB üyeliğinin tartışmaya açılacağını biliyor. Ardından 2017 yılında Almanya ve Fransa’da seçimler yapılacak. Ulusal Cephe lideri Le Pen başkan seçilmesi durumunda Brexit misali bir referandum yapacağını açıkladı. Fransa’da tarih zor zamanlarda iki ana partinin bir araya gelerek Ulusal Cephe gibi aşırılıklara sahip partileri saf dışı bırakabileceğini gösteriyor. Ancak her iki parti de yıpranmış durumda ve son terör saldırıları neticesinde seçmenin Le Pen’e teveccühü beklenenden çok daha yüksek olabilir. Şayet bu gerçekleşir ise AB’nin temel direklerinden bir tanesinde daha çıkış riski doğacaktır ki bunun gerçekleşmesi zaten AB’nin sonu anlamına gelir. Diğer bir secim ise Almanya’da yapılacak. Merkel (CDU) geride bıraktığımız Pazar günü kendi evinde göçmen ve AB karşıtı AfD partisinin gerisinde kalarak üçüncü sıraya düştü. Yerel bir zaferi büyütmemek gerekse de 2016 boyunca alınan göçmenler nedeni ise AfD ülke genelinde ciddi bir taban kazanmış durumda. Elbette insanların işsizlik ve açlıktan kurtulmak için SS birliklerine katıldığı günlerde değiliz ve hatta Almanya’da işsizlik oranı tarihi diplerde dolaşıyor. Bu nedenle AfD gerçek anlamda bir aşırı sağ parti olmaktan ziyade popülist bir parti ancak ikisi arasındaki çizginin çok ince olabileceği bir dönemden geçiyor olabiliriz. Söz konusu partinin tek başına veya koalisyon ortağı olarak hükümette kendisine yer bulma ihtimali çok zayıf olsa bile sosyal dokunun nasıl değiştiğini göstermesi açısından bu önemli bir secim olacak. AB ülkelerinde hızla güç kazanan partilerin hem anti AB hem de Rusya ile ilişkilerde daha ılımlı olduklarını da eklemem gerekiyor. Yani ülke bazlı politikalar değişebileceği gibi bir blok olarak Batı da çözülme yaşayabilir. Diğer bir konu ise 2016’dan devredeceği görülen Brexit. AB’den çıkışın İngiliz ekonomisi için bir yıkım olacağı görüşlerine katılmadığımı daha önce paylaşmıştım. Şu ana kadar da bir sorun görünmüyor. Ancak 2017 ayrılık görüşmelerin başlaması ile ülkeler arasında ilişkilerin de gerginleştiği bir dönem olabilir. Tüm bu riskler nedeni ile ABD’yi halen güvenli bir bölge olarak gördüğümü tekrar etmeme gerek yoktur sanırım. Tüm Dünya çalışanlarının ve siz okuyucuların bayramını kutlarım.