Ekonomideki tehlikeyi kim fırsata çevirebilir?
Türkiye ekonomisinin gidişatı konusunda kafalar fena karıştı, seçim ortamına girilince bu kafa karışıklığı daha da arttı. Bir yandan farklı toplum kesimlerine bol keseden vaatler yapılıyor, yeni yatırım hamlelerinden söz ediliyor, parlak bir ‘Büyük Türkiye’ tablosu çiziliyor. Diğer yandan 15 yıldır Türkiye’yi yönetenlerin ülkeyi iflasın eşiğine getirdiği, Türk parasının durdurulamayan değer kaybının ve yükselen enflasyonun ekonomideki ciddi sorunların belirtisi olduğu, toplumun geniş kesiminin borç harç içinde yaşadığı ileri sürülüyor.
Son dönemde döviz kurları hızla tırmanırken yetkili konumda bulunanların çelişkili beyanları da bu kafa karışıklığına katkıda bulunuyor. Her gün farklı kaygıları yansıtan söylentiler yayılıyor ortalığa. Tehlikenin yaklaştığını hissedip kendine göre önlem alanlar, en basitinden örnek verirsem, bankadaki dövizini çekip kasaya koyanlar da farkında olmadan tehlikenin büyümesine katkıda bulunabiliyor.
Tablo aslında oldukça basit
Bugün karşımızda olan tablo aslında anlaşılması zor bir tablo değil. Bugün döviz kurlarının neden başını alıp gittiğini, enflasyonun neden yükseldiğini, cari açığın neden büyümeye devam ettiğini anlamak için komplo senaryolarına falan gerek yok, ekonominin tablosuna gerçekçi bir gözle bakmak yeterli.
Döviz kurları başını alıp gidiyor çünkü şu andaki faiz oranlarıyla Türkiye döviz açığını finanse edecek dış kaynağı çekemiyor. Döviz açığı büyüdükçe ve ülke riski arttıkça kısa vadeli parayı çekmek için gereken faiz de yükseliyor. Bu koşulları yarattıktan sonra “faiz lobisini” suçlayıp faizleri yeterince artırmazsanız paranız değer kaybediyor. Bu artışın son dönemde hızlanmasında ABD’nin faiz artırmaya başlamasının ve doların değerlenme eğilimine girmesinin de payı var kuşkusuz. Türkiye bu dalgaya hazırlıksız yakalanan ülkelerden biri olduğu için parası en çok değer kaybeden ülkelerden biri oldu.
Türkiye 2000’li yıllarda gerekli dönüşümü yapamadığı için bu noktaya geldi. Türkiye’nin 2000’li yıllarda daha da hızlanan teknolojideki atılıma ayak uyduramamış olan, yeni sektörlere giremeyen, rekabet gücü zayıf bir ekonomik yapıya sahip olması, yapısal bir dış açık sorunu yaşamasına yol açıyor. Enerjide dışa bağımlıyız ve ithal girdilerle çalışan bir sanayimiz var. Ayrıca iç tasarruflarımız yetersiz. Yapısal cari açık sorununu çözemeyen bir ülke konumundayız ve şimdi bu açığı finanse etmekte zorlanıyoruz. Sıcak parayı çekecek faizi de vermeyince döviz başını alıp gidiyor.
Döviz kurlarının başını alıp gitmesi, teknolojik gerilik nedeniyle verimlilik düzeyi düşük ve maliyetleri yüksek olan ekonomideki enflasyonist baskıyı daha da artırıyor. Enflasyonu önlemenin klasik aracı olan faizi silahının yeterince kullanılmaması bu alanda da bir kısır döngüye girilmesine yol açıyor.
Bu yapısal özelliklere sahip bir ekonomide siz büyümeyi hızlandırmak için kredi hacmini genişleterek iç talebi ve inşaat sektörünü pompalama yoluna giderseniz, ekonominin sahip olduğu dinamizmi de kullanarak yüksek bir büyüme hızı yakalayabilirsiniz ama bunu sürdüremezsiniz. Seçim ortamında her kesime bir şeyler vadederek bunu sürdürmeye çalışırsanız bütçe açığınız da büyür ve tam bir kısır döngüye girersiniz.
Muhalefet tehlikeyi fırsata dönüştürebilir
Bu tabloya bakan piyasalar, Türkiye’yi en riskli Yükselen Pazar(YP) ülkelerinden biri olarak görüyorlar. Seçim döneminde bol keseden vaatler yapılması ve seçim sonrasında “faize karşı zafer kazanılacağı” söyleminin ısrarla tekrarlanması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her sözünü yakından izleyen piyasa analistlerinin kaygılarını artırıyor. Döviz kurlarındaki oynamalar da bu süreçten etkileniyor. Piyasalarla inatlaşmanın ülkeyi krize sürükleyebileceğini ise geçmiş deneyimlerimizden çok iyi biliyoruz.
Bugünkü iktidarın bu kaygıları dikkate alma olasılığı şu an için yüksek görünmüyor. Bu durum muhalefet partilerine ciddi bir fırsat sunuyor. Türkiye ekonomisinin sorunlarına hayalci değil gerçekçi bir yaklaşımla nasıl çözüm bulacağını piyasalara anlatabilecek bir muhalefet partisi, dış dünyanın ve piyasaların dikkatini ve ilgisini çekebilir. Böyle bir diyalog kurulabilirse, iktidara geldiğinde dış dünyadan ve piyasalardan sağlayacağı desteği kullanarak ekonomiyi nasıl ayağa kaldıracağını inandırıcı bir dille anlatacak bir muhalefet partisi, toplumdaki kafa karışıklığını bir ölçüde azaltabilir ve seçim şansını artırabilir diye düşünüyorum.