Ekonomide Wall Street hegomonyasından sonra sıra Silikon Vadisi'nde

DİDEM ERYAR ÜNLÜ
DİDEM ERYAR ÜNLÜ YAKIN PLAN [email protected]

YAKIN PLAN / Didem Eryar Ünlü [email protected] "Bugün yaşanan finans krizi, 1929 yılından bu yana yaşanan en ciddi kriz" diyen ekonomist Jean-Herve Lorenzi, krizin ardından bankaların eskiden olduğu gibi daha geleneksel bir rol üstleneceğini söylüyor. Kriz sonrasında her şeyin tersine döneceğini ifade eden Lorenzi, "Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki ekonomik güçler o derece tersine dönecek ki, Batı dünyası, şirketlerini ve bankalarını finanse edebilmek için gerekli olan fonları sağlayamayacak. Her şeyi paylaşmak gerekecek. ABD başta olmak üzere, gelişmiş ülkelerde, sadece hisse değerleri üzerine kurulu olmayan bir zenginlik yaratmak gerekecek. Yani ekonomiye yeniden "imalat değerini" kazandırmak gerekecek. Belki de Wall Street'in hegomonyasını, Silikon Vadisi'nin geri dönüşü izleyecek" yorumunda bulunuyor. Kopma noktaları Berlin duvarının yıkılmasını izleyen küreselleşme eski dünya ile yeni dünya arasındaki ayrımı başlattı. Uzmanlara göre iki dönem arasındaki kopuşa neden olan üç temel unsur var. Bunlardan birincisi hammadde kaynaklarının tükenmeye başlaması ve bunun sonucu olarak petrol, su ve tarım ürünlerine ulaşımın küresel ekonomilerde gerginlik yaratması. İkinci kopma noktası teknoloji. Avrupa, her zaman güç unsuru olan inovasyonda liderliğini korumaya çalışırken, gelişmekte olan ülkeler de bu alanda söz sahibi olmak istiyorlar. Üçüncü kopma noktası ise sermayenin el değiştirmesi. Berlin duvarının yıkılmasının ardından, herkesin pazar ekonomisine geçileceğini ve bu pazar ekonomisinde tek bir kapitalizm modeli olacağını düşündüğünü kaydeden ekonomist Jean-Herve Lorenzi, küresel ekonominin hiçbir zaman sanıldığı kadar kolay bir şekilde işlemediğini söylüyor. Dört farklı kapitalizm modeli Lorenzi'ye göre bugün dört farklı kapitalizm modeli arasında ciddi bir güç savaşı veriliyor. Lorenzi, farklı kuralları olan bu dört modeli şu şekilde sıralıyor: Birinci model, yatırım fonlarının hakim olduğu bir kapitalizm. Burada risk sermayesi fonları veya riskli bono ve kredilerle girişilmiş şirket evlilikleri anlamına gelen LBO fonları söz konusu olabiliyor. Bu fonların sahipleri ve yöneticilerini ilgilendiren sadece piyasalar değil. Onların asıl ilgilendikleri konu, satın aldıkları şirketleri satarkan elde edecekleri katma değer. İkinci model, piyasaların referans değer oluşturduğu, fakat bankaların şirket borçlanmasında önemli bir rol oynadığı kıta Avrupa'sı modeli. Bugün Avrupa'nin birçok ülkesinde bankaların, şirketlerin, devlet ve sendikaların ekonomik gücü paylaştıkları kıta kapitalizmi mevcut. Üçüncü model, aile kapitalizmi. Bugün Doğu Amerika ve kıta Avrupa'sında toplam sermayesinin yüzde 20'si aile elinde bulunan şirketler çoğunlukta. Dördüncü ve son model ise yeni bir devlet kapitalizmi. Bu model özellikle sanayinin yüzde 70'inin devletin elinde olduğu Rusya, Ortadoğu ve Çin'de ortaya çıkıyor. Devlet fonları bugün 3 trilyon dolara ulaşıyor ve devlet kapitalizminin en önemli silahlarından birini oluşturuyor. Bu dört kapitalizm modelinin birbiri ile yarışının önümüzdeki günlerde de devam edeceğini söyleyen Lorenzi, Asya, Rusya, Avrupa, Kuzey Amerika, Güney Amerika ve Afrika arasındaki rekabetin de aynı hızla devam edeceğini ifade ediyor. Belki değerler değişecek, ama yarış asla bitmeyecek. Princeton Üniversitesi Profesörü Peter Singer: "Kadın haklarında yaygın bir eşitlikten çok, yaygın bir yalan söz konusu" Bu sene Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Deklarasyonu'nun kabul edilişinin 60. yıldönümü. Peki insan hakları konusunda 60 yıldır ne kadar yol katedildi? WorldPublicOpinion.org tarafından bu soruya açıklık getirmek amacıyla bir dünya nüfusunun yüzde 58'ini temsil eden 16 ülkede, 15 bin kişinin katıldığı bir kamuoyu yoklaması gerçekleştirdi. Bunun sonuçlarına göre Azerbaycan, Çin, Mısır, Fransa, İngiltere, Hindistan, Endonezya, İran, Meksika, Nijerya, Filistin, Rusya, Güney Kore, Türkiye, Ukrayna ve ABD'den oluşan bu 16 ülkenin 11'i, farklı ırk ve etnik kökene ait insanların geçmişe oranla bugün daha eşit şartlarda muamele gördüğüne inanıyor. Ülkelerin yüzde 59'u farklı ırklar arasında eşitliğin artığını savunurken, yüzde 19'u bunun tersini düşünüyor. Katılanların yüzde 20'si ise geçmiş ile bugün arasında bir değişim olmadığı görüşünde. Farklı ırklar arasındaki eşitliğin artığını düşünen ülkeler ABD, Çin, İran ve İngiltere. Eşitliğin olmadığını düşünenler ise daha çok Nijerya, Ukrayna, Azerbaycan ve Rusya'dan katılanlar. Katılımcıların yüzde 71'i kadın hakları konusunda önemli ilerlemeler olduğuna dikkat çekiyorlar. Bu konuda bir ilerleme olmadığını düşünenler ise Filistin ve Nijerya. Hindistan'da ise katılımcıların yüzde 53'ü kadınların daha eşit şartlara kavuştuğunu ifade ederken, yüzde 14'ü kadınların erkeklerden daha fazla hakka sahip olduğunu söylüyor ilginç bir şekilde. İnanılanlar ile yaşananlar farklı Kamuoyu yoklamasının sonuçlarına yönelik bir değerlendirme yapan Avustralyalı felsefeci-yazar, Princeton Üniversitesi Profesörü Peter Singer, son dönemlerde insan hakları konusunda olumlu yönde değişimler olduğunu söylüyor. "Katılımcıların yüzde 90'ı farklı ırk, cinsiyet ve etnik gruplara ait insanların eşit muamele görmesinin önemli olduğunu düşünüyor. Eşitliğin önemli olmadığını düşünenlerin oranı ise hiçbir ülkede yüzde 13'ü geçmiyor. Kadın haklarının önemini destekleyenlerin oranı yüzde 86'ya ulaşıyor. Bu yüksek oran müslüman ülkeler için de geçerli" diyen Singer, Mısır örneğini veriyor ve Mısır'da ırk ve etnik eşitliğin önemine inananların oranının yüzde 97, kadın-erkek eşitliğini destekleyenlerin de yüzde 90 seviyesinde olduğuna dikkat çekiyor. İran'da ise bu oranlar yüzde 82 ve yüzde 78 seviyesinde. Peter Singer, kadın hakları konusunda bu olumlu gelişmeleri gösterirken, dünyadaki olumsuz örnekleri de hatırlatmadan geçmiyor: "Suudi Arabistan'da kadınlar araba kullanma, oy verme hakkına sahip değiller. Kim ne derse desin, kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmadığı ülke sayısı hâlâ çok fazla. Dolayısıyla bu araştırmalar, yaygın eşitlikten çok, yaygın bir yalanı ortaya koyuyor. Kelimeler, sonuçlar doğurur; bir neslin gerçekten inanmadan söylediklerine, bir diğer nesil inanabilir, hatta bu yönde harekete geçebilir. Düşüncelerin kamuoyu tarafından kabul edilmesi de belli bir ilerlemedir, fakat asıl önemli olan somut ilerlemelerdir. Bu yüzden, araştırmaların sonuçlarını olumlu değerlendirmek ve retorik ile gerçek arasındaki farkı kapatmayı başarabilmeliyiz."

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar