Ekonomide soğutma gerekliliği
Bilindiği gibi Avrupa'yı saran borç krizinin Türkiye ekonomisini başlıca iki yoldan etkilemesi bekleniyor. Birincisi dış ticaret ve görünmeyenler dengesi, ikincisi ise cari açığın finansmanı. Açıkçası iki konuda da son dönemdeki gelişmelerin müsbet yönde olduğu söylenemez. Geldiğimiz noktada Almanya aklını başına toplayarak EFSF ve AMB'yi borç sorunu yaşayan ülkelere sınırsız ve koşulsuz yardım maksadıyla kullanmaya karar verse dahi, Avrupa'nın toparlanmasının uzun yıllar alacağı aşikar. Beklenen destek gelmez ise, Avrupa'da değil uzun süren bir durgunluk ortamı, ciddi bir resesyon yaşanması olasılığı son derece artmış bulunuyor. Son haberler, artık pek çok büyük şirketin euro'nun ortadan kalkması senaryosunu da işle ilgili projeksiyonlarına eklediği ve buna göre anlaşmalar ve stratejiler geliştirdiği yönünde.
Hal böyle iken, Türkiye'nin başta belirttiğim dış ticaret ve finansman kaynaklı risklerini çok iyi yönetmesi gerekiyor. Her ne kadar gerek MB, gerekse de Hükümet kanadı risklerin oldukça bilincindeyse de, Türkiye'yi Avrupa'nın peşinden bir durgunluğa sokmadan yapılabilecekler oldukça sınırlı. (Açıkçası girilen bu konjonktürde, yıllarca bahis konusu olan ancak nedense bir türlü ele alınamayan "yapısal" reformların hayata geçirilmesi hem oldukça zor, hem de bu reformların kısa sürede istenen sonuçları sağlaması neredeyse imkansız. Tekstilde alınan korumacı önlemlerin Ekim ve Kasım aylarında zayıflamış olan TL'ye rağmen hazır giyim ve konfeksiyon ihracatımızda gerilemeye yol açması bu duruma bir örnek teşkil etmekte.) Sn. Babacan önümüzdeki sene Türkiye'nin her halükarda Avrupa'nın genelinden daha hızlı büyümeye devam edeceğini söylese de, ülkenin demografik yapısı ekonomik dengelerin sağlıklı sürdürülebilmesi için büyüme hızının uzun dönemli büyüme hızı olan %4.5'in altına düşmemesini gerektiriyor. Ancak Hükümet'in 2012 büyüme hedefi %4 ve Avrupa'daki krizin boyutunun artması bu büyüme hedefinin gerçekleşmesini bile zora sokabilir.
Bu bağlamda, ilk bakışta dün açıklanan dış ticaret rakamları olumlu olarak görülebilir. Ekim ayında geçen yılın aynı ayına göre ithalatımız %15.1, ihracatımız ise %8.9 artmış. İlk 9 ayda ise ortalamada ithalatımız %39, ihracatımız ise %22 oranında artmıştı. Görüldüğü gibi Ekim ayında yılın önceki aylarına göre 2 kalemde de oransal olarak önemli gerilemeler söz konusu. Böylece Eylül ayında 10.4 milyar dolarla rekor kırmış olan aylık dış ticaret açığımız da 8 milyar dolara gerilemiş bulunuyor. Ancak yılın geri kalan 2 ayında, ihracatımızın %15 civarında arttığını (Kasım ayı geçici verileri bu yönde) ve ithalatımızın artış hızının sıfıra kadar gerileyeceğini varsaysak bile, aylık dış ticaret açığımız 7 milyar doların altına düşmüyor. Bu meblağ yılın diğer aylarına göre düşük ise de, tarihsel olarak bakıldığında gene de oldukça yüksek.
Bilindiği gibi dış ticaret dengesinden cari açık dengesine ulaşmak için Türkiye'nin nette hizmet sektöründen kazandığı dövizlerin de ilave edilmesi gerekiyor. Başlıca hizmet sektörlerinin taşımacılık, turizm ve inşaat olduğu hatırlanırsa, önümüzdeki dönemde bu sektörlerden net girişlerde bir azalma olmasının şaşırtıcı olmayacağı söylenebilir. Dış ticaret hacminin azalmasıyla taşımacılık gelirleri, Avrupa'dan gelen turist sayısındaki azalışla turizm gelirleri ve inşaat hizmeti verilen Libya ve diğer Arap ülkelerindeki karışıklıklar nedeniyle inşaat gelirlerinde azalma olması kuvvetle muhtemel. Girdiğimiz kış aylarında zaten hizmet gelirlerinde mevsimsel olarak da azalma olacağını dikkate alırsak, buradan gelecek gelirlerin cari açığımızı 6 milyar dolarların altına çekme ihtimalinin oldukça düşük olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumda, İMF'nin Türkiye ile ilgili aylar önce açıkladığı ve çokça eleştirilen "düşük büyüme hızı - yüksek cari açık" tahmininin gerçekleşme ihtimalinin de oldukça yüksek olduğu görülmekte.
Bu şartlar altında, döviz dengelerinin sürdürülmesi amacıyla iç piyasanın bilinçli olarak soğutulması kaçınılmaz bir seçenek olarak karşımıza çıkmakta. (Eğer bu yola gidilmez ise, gene soğuma oluşacak ama çok daha sert ve kontrolsüz bir biçimde). Bu bağlamda, bankaların kredi genişlemesi dikkatle izlenmesi gereken bir gösterge olarak karşımıza çıkmakta. Her ne kadar Sn. Başçı kredilerin artış hızında tatmin edici bir yavaşlama olduğundan söz etse de, kredi hacmi nominal olarak artmaya devam etmekte ve, artan enflasyon da dikkate alındığında, reel faizlerin henüz yeterince sıkılaştırıcı düzeylerde olmadığı görülmekte.
Çin'in iç talebi artırıcı tedbirler almaya yöneldiği bugünkü ortamda, bizim ister istemez daraltıcı politikalar izleme durumunda olmamız, yıllardır kronik cari açık ve tasarruf oranı düşüklüğü konularına yeterince önem vermemiş olmamızın bir sonucu değil de nedir acaba?