Ekonomide soğuma ihtimali cari açık riskini gündemden düşürdü
Merkez Bankası'nın bir süreden beri "düşük faiz - yüksek kur" şeklinde bir politika gütmekte olduğu sır değil. Zaten, son bir haftadır görülen Dünya'daki gelişmelere bağlı TL'deki hızlı değer kaybını bir kenara koysak bile, MB'nin konvansiyonel olmayan politikalarını açıkladığı geçen Kasım ayından beri sepet kur %20 civarında değer kaybetmişti. Bilindiği gibi, MB uzunca bir süredir fiyat istikrarının yanısıra finansal stabiliteye ve bunu risk altına sokabilecek yüksek cari açık problemine vurgu yapmakta. Buna bağlı olarak, TL'nin belli ölçülerde zayıflamasını desteklemesi de gayet anlaşılabilir bir durum. Aynı şekilde, cari açığı körüklediğini düşündüğü kredilerdeki hızlı artışın frenlenmesini istemiş olması da anlaşılabilir. Ancak, TL'yi zayıf tutmak için politika faizlerini düşürmesi ile kredilerdeki artışı yavaşlatmak istemesi birbiriyle tamamen çelişen politikalar. Bu nedenle de Merkez zorunlu karşılık artışları yoluyla bankaların maliyetlerini artırmak suretiyle kredi faizlerinin politika faizinden ayrışarak yükselmesini sağladı. Aynı zamanda BDDK'nın da konut kredilerine %25 anapara ödenmesi zorunluluğu uygulaması ve toplam kredileri içerisinde tüketici kredileri payı yüksek olan bankalara bazı ek maliyetler getirmesi de kredilerdeki ivmelenmeyi yavaşlatmak amacını taşıyordu.
Ancak, özellikle Nisan ayından sonra, Merkez'in raporlarında giderek daha fazla ekonomik aktivitedeki yavaşlamaya vurgu yapılmaya başlandı. Her ne kadar o tarihlerde böyle bir soğumanın somut verileri net olarak ortaya çıkmamış ise de, bugün geldiğimiz noktada üretim, kapasite kullanım ve güven endekslerinde belirgin yavaşlama işaretleri görülüyor. Nitekim, son açıklanan üretim verileri de bu gelişmeyi teyit eder nitelikte. Takvim ve mevsim etkilerinden arındırılmış endeks son 5 aydır azalma eğilimi içerisinde. Hal böyle olunca, artık %25'lik yıllık kredi büyümesi limiti hedefinin fiiliyatta tamamen önemini kaybetmiş olduğunu düşünüyorum. Zaten, eğer son faiz indirimi ekonomik aktivitedeki yavaşlamayı azaltmayı hedefliyorsa, bu parasal aktarım mekanizması yoluyla kredi maliyetlerinin düşürülmesi ve kredilerin artması ile mümkün. (Düşük mevduat faizleri tasarruf sahiplerinin daha çok tüketime yönelmesine de sebep olabilir, ancak bu etki çok daha sınırlı olacaktır.)
MB'nin (bir kez daha piyasa beklentilerini terse yatırdığı) son kararlarında oldukça tartışılan bir nokta da ekonomik aktiviteyi canlı tutmak için neden zorunlu karşılıklarda azaltmayı değil de, politika faizinde bir indirimi seçmiş olduğu. Faiz indirimini tercih etmiş olması TL'nin daha da değer kaybetmesi konusunda bir endişesi olmadığı anlamına da gelebilir. Ancak, eş zamanlı olarak döviz satım ihalelerine başlaması, bankaların döviz borçlanma faizlerini düşürmesi ve gecelik TL faizlerini %5'e çıkarması TL'nin daha fazla değer kaybına sıcak bakmadığını net bir biçimde ortaya koymakta. Bu şartlar altında kanımca faiz indiriminin tercih edilmesinin ana rasyoneli bugünkü iç ve dış konjonktürün böyle bir indirime müsaade ediyor olması. Özellikle küresel ekonomik aktivitedeki yavaşlama ile birlikte bütün rezerv para birimlerinin faizlerinin çok uzunca bir süre daha çok düşük düzeylerde kalacağının netleşmesi (Fed tam 2 senelik bir taahütte bulunmak zorunda kaldı), TL faizinin bu seviyelere düşürülmesine imkan sağlıyor. Ayrıca Merkez Bankası gerek küresel sebeplerle, gerekse de iç dinamikler nedeniyle ekonomik aktivitenin daha da azalması durumunda, ileride TL zorunlu karşılıklarda bir indirime gitme seçeneğini de dışlamış değil.
Öte yandan, normal şartlarda, faizlerin bu kadar düşürülmüş olması enflasyon risklerini gündeme getirebilirdi. Ancak, görünen o ki, en iyimser tahminler bile küresel ekonomik aktivitenin zayıf seyretmeye devam edeceği yönünde. Petrol fiyatlarındaki gerileme de dikkate alındığında, TL'de %20'lik bir değer kaybı kalıcı bile olsa, bunun enflasyona etkisinin ekonomik dengeleri bozucu bir düzeyde olmayacağı görülüyor.
Sonuçta, küresel ekonomi zayıf seyrederken, Türkiye ekonomisi bir yavaşlama sürecine girmekte iken ve TL de önemli ölçüde değer kaybetmişken, artık cari açık riskinin net olarak gündemden düşmüş olduğunu söyleyebiliriz.