Ekonomide çözüm “parasal” değil “yapısal” politikalarda…
Ekonomik tabloyu bir hatırlayalım. Aslında herkesin bildiği bir tablo ama amacımız tekrar ile öğrenmeyi artırmak. Akılda kalıcılık yaratmak ve böylece çözümlerin vazgeçilmez olduğunu anlatabilmek.
Bu özet tablo gidişatı gayet net ortaya koyuyor. Tabloya borçlanma, itfa, vergi, sosyal güvenlik, ithalat, ihracat gibi rakamlar konulduğunda bu bozulma hiç değişmiyor. Yani her şey oldukça açık.
Bir yanda böyle bir ekonomik tablo var; öbür yanda ise geçmişinde önemli başarı hikayelerine imza atmış bir iktidar var.
Bu iktidar, hep büyüme ve ilerleme refleksi ile hareket etmiş. Açıkçası ciddi ve uzun boylu istikrar ya da kemer sıkma politikaları uygulamamış.
Oysa yukarıdaki tablo için mucize arayışına ihtiyaç yok, gerçek durumu görüp ona göre acı reçetelere ihtiyaç var.
Bunu söylerken, geçmişte çeşitli sol ve ulusalcı çevrelerin eleştiri odağına oturttukları IMF söylemleri akla gelebilir. Yani IMF ağzı ile konuşup klasik reçeteleri anımsanabilir.
Becerebilen için IMF’nin kapısını çalmaya gerek yok. Zaten Türkiye’nin geçmişte çok acı IMF tecrübeleri var. Sayısı yirmileri aşmış “stand by anlaşmaları” henüz akıllardan çıkmış değil.
Adalet ve Kalkınma Partisinin sürekli söylemlerine aldığı “biz IMF’den borç alan değil, IMF’ye borç veren ülke olduk” ifadelerine zaten uygun değil.
Dolayısıyla bir yandan büyüyeceksiniz ve bir yandan da bu temel açmazları ortadan kaldıracaksınız, o da mümkün değil.
Dilerseniz “iktisat” ile ilgili bazı gerçekleri hatırlayalım ve ona göre cevaplar arayalım.
Türkiye’ne en temel sorun üretim yetersizliği. Gerçekten çağdaş ve verimli teknolojiler kullanamıyoruz ve yüksek katma değerli mal ve hizmet üretemiyoruz.
Peki üretim için ne lazım? Yatırım yapmak lazım.
Yatırım için neye ihtiyaç var? Kaynağa ihtiyaç var.
Kaynak deyince ne anlıyoruz? Ya kendi öz kaynağın ya da yabancı kaynak.
Öz varlık nasıl sağlanır? Tasarrufla. Bu ülkede olmayan şey zaten tasarruf. Kimse tasarruf etmiyor; hane halkı, firmalar, devlet ve dolayısıyla herkes borçlanma yolunu seçiyor.
Peki o zaman sınırsız ve süresiz borçlanabilme imkanı var mı? Hayır yok. Ülkemizin şu anda içinde bulunduğu borç sarmalı ortada. Bireyler bankalara borçlu, firmalar dış dünyaya.
Şimdi artık dış dünya da çok borç vermekten yana değil. Verse de faizini artırıyor. Zaten faiz de bu Hükümetin hep eleştiri odağında olduğu ve nefret ettiği şey.
Ne yapalım o zaman?...
Bu standartları sürdürerek ve fedakarlık yapmadan çıkış bulamayız. Çünkü; Einstein’ın söylediği gibi “hep aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar alınamaz”.
Sonuç alabilmek için ve özellikle farklı sonuçlar alabilmek için artık farklı şeyleri yapmak lazım. Şu andaki konjonktür de buna çok uygun mu onu da okuyucuların gerçekçi analizlerine bırakalım.