Ekonomi ve mutluluk
Dünya Gazetesi bir anket yaptı mı, bilmiyorum, ama benim gözlemim okurlarımızın önemli bir kısmı çalışanlar. Ya işçiler (genel müdürler de işçidir, ancak yakaları beyaz olanlardan) ya da işverenler. Çalışanların ilk amacı elbette bir gelir elde etmektir ki, bununla ihtiyaç duydukları (kimi için peynir, kimi için lüks otomobil, kimi için Venedik’te romantik bir yemek) mal ve hizmetleri satın alsınlar. Tüketmek adeta mutluluktur. Bunun sınırı var mıdır? Yanıt hayırdır. Tükettikçe daha çok tüketirsiniz.
Bunları yazınca üniversitede asistanlığım dönemim de kullandığım 1962 model aracım geldi (benim kullandığım tarih 1987) kapısı kendi kendine açıldığı için bağlıyordum, ayağımı bastığım zemin de delikler vardı, kar, yağmur yağdığında içeri su giriyordu, mutlu mu idim, evet, çünkü benim bir arabam vardı. Sonra daha güzel arabalarım oldu, mutluluk katsayım ölçülse idi, pek değiştiğini söyleyemem.
Tüm bunları aklıma getiren editörlüğünü yaptığım dergiye (İktisat ve Toplum Dergisi, Sayı:42, Nisan 2014) gelen Evren Çelik Wiltse’in yazdığı “Nasıl Mutlu Oluruz?” başlıklı yazı oldu. Bu yazıdan alıntılar yaparak ekonomi ve mutluluk ilişkisi üzerine bazı saptamalar yapmak istiyorum.
Wiltse makaleye kışkırtıcı bir alıntı ile başlıyor. Alıntı The New York Times gazetesi köşe yazarı Nicholas Kristof’e ait. Şöyle diyor: “Ey akademisyenler, ortaçağ keşişleri gibi fildişi kulelerde saklanmayın! Çıkın meydanlara, gerçek hayata dair birşeyler söyleyin!” (Nicholas Kristof, ‘Professors, We Need You!’ The New York Times-Sunday Review, 15 Şubat 2014). Yazar anlaşılan bu kulelere sığınmak istemiyor. Wiltse’nin makalesinde benim altını çizdiğim satırlar şunlar:
Ekonomik kalkınma ile bazı kavramlar arasında otomatik, doğrusal bir ilişki yok. Örneğin ekonomik kalkınma ile demokrasi arasındaki ilişkiye baktığımızda, gerek istatistiki bulgular, gerekse Hindistan, Suudi Arabistan ve Katar gibi pek çok örnek, zenginliğin otomatik olarak demokrasiye tahvil edilemediğini ortaya çıkarıyor. Zenginlik otomatik olarak demokrasi getirseydi, kişi başına düşen Gayri Safi Milli Hasılanın 1.500 Dolar civarında seyrettiği Hindistan’da asla demokrasiden bahsedilemezdi. Kişi başına GSMH’nın nerdeyse 90.000 Dolar olduğu Katar ise demokrasinin beşiği olurdu. Oysa gerçek tam tersi.
Tolerans ile demokrasi ile ilişkisi var mı? Varsa bile bunu nasıl ölçeriz? Cevap basit: komşularımızla! Michigan Üniversitesi öncülüğünde gerçekleştirilen Dünya Değerler Araştırması (DDA)’ne göre Türkiye’de bu soruya yanıt benim için hayal kırıklığı oldu. Türkiye’de büyük bir çoğunluk, kapı komşusunun da aynen kendisi gibi olmasını istiyor. Böyle olunca da, toplumda nispeten az sayıda bulunan birey ve grupların dışlanma olasılığı artıyor.
Bireylerin kendilerini mutlu olarak nitelendirmelerinde rol oynayan en önemli etkenlerden birisi ise özgürlük ve kendi hayatını belirleyebilme hissi olduğunu görmekteyiz. Ne yazık ki, bu da içinde sadece kendimize benzeyenlerin olduğu suni vahalar yaratmakla olmuyor.
Ekonomik kalkınmanın mutluluğa etkisi karmaşık: düşük gelir gruplarında para mutluluk getirse de, gelir arttıkça bunun bireysel mutluluğa olan etkisi azalıyor.
Vatandaşların kendilerini mutlu hissetmelerini etkileyen en önemli gösterge, kendilerini özgür hissetmeleri.
Ekonomik kaygıların azalması ve demokratikleşme, bireylerin kendilerini daha rahat ve özgür hissetmelerine yardımcı oluyor.
Toplumun farklılıklara karşı toleranslı olması, bireylerin özgürleşmesini ve mutluluğunu olumlu yönde etkiliyor.
Benim yaptığım saptamalar bunlar. İsteyen yazının tamamını okuyarak tartışmaya katılabilir.
NOT: Geçen haftaki yazım da kurumsal yapıların yok edilişini yazmıştım. Kalkınma Bakanlığı Müsteşarı Sayın Kemal Madenoğlu aradı. DPT’nin Kalkınma Bakanlığına dönüştüğünü, yok olmadığını söyledi. Ekonomi üzerine güzel bir sohbet yaptık. Sayın Müsteşar çok nazik. Ancak DPT isimli bir kurumun artık olmadığını kendisine bir kere daha ifade ettim.