Ekonomi politikalarında hatalarımız çok, ama...
Türkiye ekonomisinin ideal bir şekilde yönetilmekte olduğunu iddia etmek herhalde doğru bir önerme olmaz. Neredeyse tüm sektörlerde planlama ve teşvik sorunları, uzun vadeye değil günlük konjonktüre yönelik uygulamalar ve ranta ve kliyentalizme prim veren yaklaşımlar söz konusu. (Sırf hatırlatmak maksadıyla bir kaç problemli sektörü sıralarsak: Tarım, hayvancılık, ulaştırma, enerji, perakende, eğitim, ulaştırma, inşaat vs.) Yatırımlara temel teşkil etmesi gereken teşvik ve ihale mevzuatlarında yıllar içinde yapılan değişiklikleri takip etmek bile çok zor. Pek çok alanda aceleyle alınan (ve sonra da geri alınan) kararlar neticesinde yatırımcıların önünü görmesi ve uzun dönemli yatırım yapması neredeyse imkansız hale gelmiş durumda. Tüm bunların neticesinde ülke ekonomisinin belkemiği olması gereken imalat sanayinin milli gelire oranı da yüzde 17’lerde kalmaya devam ediyor.
Bir ekonomist olarak bütün bu sorunları önünüze koyduğunuzda gelecekle ilgili iyimser bir resim çizmeniz zor. Ancak şunu hatırlamakta da fayda var: Adına kapitalizm denilen ve üniversite ders kitaplarında "serbest piyasa", "görünmez el" ve "etkin kaynak dağılımı" gibi kavramlarla idealize edilen sistemin her yerde bizdekine benzer sorunları var. Belki bizim ölçeğimizde değil ama gelişmiş ekonomilerin de çoğunda yukarıda sıraladığıma benzer problemler var. Bu sorunların ve yanlışların olması, ille de o ekonomiler batacak anlamına gelmiyor. (Ancak mesele şu ki, biz eğer gelişmişlikte o ülkelerle aramızdaki makası kapatmak istiyorsak, daha iyisini ve daha doğrusunu yapmak zorundayız. Daha kötüsünü ve daha yanlışını yaparak onların gelişmişlik seviyesine ulaşmak asla mümkün olmayacaktır.)
Aslında bu uzun girizgahı ekonominin yıllardır idealin altında (sub par) yönetilmiş olmasına rağmen, bugün herhangi bir felaket senaryosuna mahal verecek bir durumda olmadığımızı belirtmek için yaptım. Evet, 2018’de de enfl asyon yüksek seyretmeye devam edecek, cari açık yüzde 5’lerde kalacak, işsizlik yüzde 10’un altına düşmeyecek, ama çarklar bir şekilde dönmeye devam edecek. Unutmayalım ki Türkiye ekonomisi son yıllarda yatırım yapılabilir statüsünü kaybetme, 4 seneden beri süren para biriminde sürekli değer kaybı, darbe girişimi, (dış siyasi nedenler kaynaklı) turizm ve ihracat sektörlerini etkileyen şoklar gibi ciddi sorunlar yaşamış olmasına rağmen büyük bir krize veya derin bir resesyona girmedi. (Bu arada, herhalde Türkiye ekonomisi bir Minsky krizi senaryosuna en uzak ülke olmalı. Minsky’ye göre bir ekonomide uzun süredir devam eden (yapay) bir stabilite varsa, aslında için için risklerin biriktiği ve bir gün patlama yapacağı bir durum söz konusudur. Maşallah, bizde risklerin için için birikmesi diye bir sorun yok, hepsi her gün peşpeşe ortaya çıkıyor!)
Bugünlerde gene her sene başında olduğu gibi bir takım dış borç verilerini alt alta toplayıp felaket senaryosu yaratma oyunu da oynanmakta. "Çevrilmesi gereken borç miktarı 170 milyar dolar, buna 50 milyar dolar da cari açık eklendiğinde 220 milyar dolar ediyor, bu parayı nereden bulacağız şimdi? Hele, bir de Fed ve diğer gelişmiş ülke merkez bankalarının para musluklarını kısmaya başladıkları dikkate alındığında." Evet, bu şartlar altında TL baskı altında kalmaya devam edecektir, ama dış borçların çevrilmesi noktasında kredi maliyetlerinin artması dışında büyük bir problem de yaşanmayacaktır. Merkez bankaları faizleri çok yavaş artıracaklar, parasal genişlemeyi de geri çekmekte çok yavaş davranacaklardır, çünkü yarattıkları parasal gevşemenin semeresini daha yeni yeni görmeye başlamış durumdalar. Bu durumu kısa kesmek istemeyeceklerdir (hele bir de enfl asyonun hareketsiz kalmaya devam ettiği bir durumda). Gelişmiş ülkeler ve özellikle de AB’nin büyümesindeki ivmelenme aynı zamanda bize ihracat ve kısmen de turizm kanalıyla pozitif bir etki de yapacaktır. Buna paralel olarak uzun zamandır ekside seyretmekte olan yatırım harcamalarında bir kıpırdanma görmek de sürpriz olmaz (Özellikle kapasite kullanım oranlarının yüksekliği dikkate alındığında).
2018 için ihtiyatlı bir iyimserlik senaryosu ortaya koyarken bu senaryoyu bozacak tek bir "kara kuğu" durumu söz konusu olabilir, o da Türkiye’nin dış siyasette çok yanlış bir pozisyon veya tutum alarak bir ambargoya tabi olması olur. Ama dediğim gibi bu bir kara kuğu durumu.