Ekonomi ısınırken cari açık ve enflasyona dikkat
Son OECD raporunun da teyit ettiği gibi 2010 ve 2011 de dış talep koşulları Türkiye için çok olumlu geçmeyecek. "Türkiye için" diyorum çünkü aslında OECD yeni raporunda Kasım ayında açıkladığı rapora göre OECD ülkelerinin ortalama büyüme hızında yukarı doğru önemli revizyonlar yaptı. Buna göre, önceki raporda 2010 yılı ortalama büyüme hızı tahmini olan %1.9, %0.8'lik bir artışla %2.7'e yükseltildi. Ancak, bu revizyonun neredeyse tamamı ABD, Japonya, Kanada ve Avustralya gibi ülkelerden kaynaklanıyor. Öte yandan, Türkiye'nin ihracat pazarının yarısından fazlasını oluşturan Avrupa ülkeleri için revizyon sadece %0.3'te kaldı. Avrupa'nın büyümesi 2010'da %1.2 gibi bir salyongoz hızına ulaşabilirken, 2011'de de sadece %1.8 olacak. Buna karşılık ABD, Kanada ve Japonya gibi ülkelerin bu dönemde %3 civarında büyümesi bekleniyor. Ancak, belki de enseyi çok karartmamak lazım çünkü Avrupa bölgesinin düşük büyüme hızı ağırlıklı olarak zor durumda bulunan PİGS ülkelerinden kaynaklanıyor. Almanya ve Fransa ise %2 civarlarındaki büyüme hızlarıyla göreceli olarak daha iyi durumdalar.
Öte yandan, TİM verilerine göre ihracatımız Mayıs'ta önceki aya göre %4 kadar gerileyerek 9 milyar dolar civarında gerçekleşti. Bu gerilemede, Mayıs'taki euro/dolar paritesindeki hızlı değişimin bir ölçüde etkisi olsa da, ihracatta gerileme değilse bile en azından bir durgunluk yaşandığı söylenebilir. Ayrıca, artık oldukça uzun bir dönem euro'nun zayıflamaya devam edeceği gerçeğini de dikkate alırsak, ihracatçı firmalarımızın fiyatlama ve rekabet yönünden önümüzdeki dönemlerde ciddi şekilde baskı altında kalacaklarını da dikkate almak gerekiyor.
Bu şartlar altında ekonomide son dönemde görülen canlanmanın tamamen gevşek para politikasının bir sonucu olarak iç talebe dayalı bir canlanma olduğu söylenebilir. Nitekim, kredi hacimlerine bakıldığında, sene başından 21 Mayıs tarihine kadar toplam TL kredilerde %8.7, tüketici kredilerinde ise %11.7 artış görülmekte. (Bu kalemlerdeki son 12 aylık artış ise sırasıyla %21 ve %24.) Tabii ki, tüketici açısından bakıldığında düşük reel faiz ortamında kredi kullanmak son derece rasyonel bir davranış. Ancak, bu durumun makroekonomik etkilerini de iyi irdelemek gerekiyor.
Öncelikle tüketici kredilerindeki artışla birlikte tüketim malı ithalatında da yüksek bir artış gözlemlenmekte. Mart ayı tüketim malı ithalatı geçen senenin %44 üzerinde ve Aralık 2009'dan sonra tüm zamanların en yüksek ikinci ithalat rakamı. Dış ticaret açığı ve dolayısıyla cari açıkta da belirgin bir artış göze çarpıyor. Henüz verileri yayınlanmamışsa da Nisan ve Mayıs aylarında da, cari açığın yüksek seyrini devam ettirmiş olması söz konusu. Her ne kadar bu aylarda MB rezervlerine yansıyan bir finansman problemi olmamış ise de, bu düzeylerdeki yüksek cari açığın bir risk unsuru olduğunu hatırlamakta fayda var. Bu eğilimin devam etmesi halinde yıllık cari açık 40 milyar doların, cari açığın milli hasılaya oranı da %6'nın üzerine çıkabilir ki, bu rakamlar çok da göz ardı edilecek rakamlar değil.
Gevşek para politikası ile ilgili diğer risk unsuru ise tabii ki enflasyon. Her ne kadar Merkez Bankası son açıklamasında enflasyonun Nisan Enflasyon Raporu'ndaki tahmini olan %8.4'ün altında kalacağını ifade etmişse de, MB'nin söz konusu tahminlerini neredeyse aylık bazda kısa vadeli konjonktürel gelişmelere göre değiştirmesi çok da güven telkin edici değil. Ayrıca, para politikasının etkilerinin 9-12 ay gibi daha uzun vadede ortaya çıkıyor olması da bir risk unsuru. Şüphesiz, bugünlerde maliye politikasının sıkı tutulması da çok önemli. Nitekim, MB her raporunda bu konuya vurgu yapmakta. Ancak, önümüzdeki referandum ve seçim ortamları ve kurgulanan Mali Kural'daki hedeflenen bütçe açığına yaklaşım konusunda sağlanan esneklik bazı soru işaretlerini gündeme getirmekte.