Ekonomi de futbol da akıl oyunu
Bizim toplumu anlamak ve çözümlemek bazen gerçekten zor. Geçen hafta, bir taraftan içerde acımasızca birbirimize saydırır ve belirsiz yönlere savrulurken, öte yandan hep birlikte milli futbol takımımızın Avrupa Şampiyonası’ndaki çöküşüne ağıtlar yaktık. Oysa içerdeki öfkeli kavgalarımızın da, futboldaki derin kahroluşumuzun da makul gerekçeleri yok. Buna karşılık sonucu açık: İkisi de bizi temel sorunlarımızla yüzleşmekten, gerçek çözüm arayışlarına odaklanmaktan alıkoyuyor. Belki de kendimiz gerçeklerden kaçmayı, suni gündemler ile uğraşıp altı boş hayaller ( futboldaki söylenişiyle mucizeler) ile avunmayı tercih ediyoruz. Aslında bu durumun çok daha kapsamlı ve kökü geçmişe uzanan karmaşık nedenlerden kaynaklandığını, ortak payda/bilinç/değerler çevresinde uzlaşmakta ciddi sorunlarımız olduğunu, bunun da yüzyılı aşan ve sancılı bir ekonomik, sosyal ve kültürel dönüşüm sürecini sonlandıramamızla ilişkili bulunduğunu daha önce de yazmıştık ama son zamanlarda olup bitenler bu tespitte eksik kalan önemli bir özelliği fena halde hatırlattı bize. O da rasyonel davranma, yani aklımızı kullanma konusunda inanılmaz bir ihmal ya da aymazlık içinde olduğumuz gerçeği.
Futbol'daki tuluat ve tarih yazma sendromu
Zaten sürekli derdimiz olan içerdeki suni gündemleri ve birbirimizle çatışma tutkumuzu şimdilik bir yana bırakıp bu son futbol hüsranımızı ele alalım. Öncelikle çocukluğumda oynamayı, sonra da izlemeyi çok sevdiğim, birkaç yıl büyük bir kulübümüzün yöneticisi olarak içinde de yer aldığım futbolun bizim ülkemizde aldığı şeklin ve algılanışının marazi bir nitelik kazandığının, sadece sportif faaliyet olarak görülemeyeceğinin altını çizmeliyim. Oyun kalitesinin değil sadece skorun ve sonucun önemsendiği, kendini özdeşleştirdiği takımın kazanması için rakip takım taraftarlarıyla ölümcül kavgaların göze alındığı, hele rakip yabancı ve özellikle Avrupalı olunca adeta bir kurtuluş savaşı ( ya da bazılarımız için cihad) atmosferine dönüşüveren, sonuca nasıl ulaşılacağının ve objektif başarı koşullarının hiç önemsenmediği, bu ortamın doğal sonucu olarak sık gelen başarısızlıklarda sistemik ve yapısal nedenlerin araştırılmayıp herkesin suçu birbirinin üstüne attığı, ender gelen başarıların ise abartılıp mucize diye nitelendirildiği ve geçici kahramanların yaratılıp kutsandığı, kısacası zıvanadan çıkmış bir tuluat ya da kara mizah örneği ile karşı karşıyayız. En kötüsü de düzenleyici otorite olan federasyonda ve kulüplerdeki yönetim anlayışının da, medya bakışının da sistemi akılcı bir yörüngeye oturtmak için düzeltici tarzda değil, aksine bu hamaset eğilimini pekiştirici tarzda oluşması. Sanki toplumun başka alanlardaki mutsuzluk ve çaresizliğinin biriktirdiği negatif enerjinin boşaltılması için kolektif bir irade ile seçilmiş bir alan futbol. Bu da tesadüfi değil gibi, çünkü bilim, teknoloji, sanat vb. alanlara oranla gelişmiş ülkeler ile rekabet kapasitesinin nispeten kolay kurulabileceği, üstelik büyük kitlesel ilgi nedeniyle bir endüstri haline gelmiş bir spor dalından söz ediyoruz.
Ne var ki futbol etrafında şekillenen geniş ekosistemin içinde aklı pek kullanmadığımız için hep bayram ve trajedi arasında gidip geliyoruz. 24 takım içinde futbola, nedense, en fazla para harcayan ve en pahalı teknik ekibe sahip birkaç ülke arasında yer almamıza rağmen finallere büyük bir sürprizle son anda katıldığımızı, bize göre komik düzeydeki bütçeleri, ismi cismi duyulmamış futbolcuları olan İzlanda, Romanya, Kuzey ve Serbest İrlanda, Arnavutluk, Galler ve İsveç gibi ülke takımlarının bizim önümüzde olduklarını, en önemlisi de bu şampiyonanın da bir ölüm kalım savaşı değil sportif bir performans yarışması olduğunu unutarak abartılı beklentilere giriyoruz. Bu arada ne yıllardır Almanya ve İspanya'yı başarıdan başarıya koşturan Löw ve Del Bosque'nin neden daha önce çalıştırdıkları büyük kulüplerimizden kovulduklarını, ne yakın zamanlara kadar uluslararası yarışmalarda esamisi okunmayan İzlanda ve Belçika gibi takımların kısa zamanda nasıl bir stratejiyle böyle güçlendiklerini hiç merak etmiyoruz. Ayrıca geçimini bu işten sağlayan bunca insanın da, hayattaki tek başarı beklentisini futbola endekslemiş milyonlarca taraftarın da hiç merak etmediği başka pek çok önemli konu da var: Taktik ve teknik sistemlerimizin, antrenman yöntemlerimizin ne olduğu, futbolcuların fizik kondisyon düzeyi, futbola yapılan yüksek harcamaların nasıl finanse edildiği, kaynak kaçakları ve savurganlığı olup olmadığı gibi. Tarihte ilk defa edebiyat ve bilim nobeli almış iki insanımızın, Orhan Pamuk ve Aziz Sancar'ın hikayelerine zorlukla yer veren medyamızın futboldaki en küçük galibiyetimizi, tarih sözüne de küme düşürme pahasına, günlerce "tarih yazdık" diye tefrika etmesi de cabası.
Ekonomide savrulmanın maliyeti büyük
Benim asıl ilgimi çeken ve lafı bu kadar uzatmama sebep olan şey de futboldaki durumumuzun ekonomi ve siyasetteki halimizle büyük benzerlikler içermesi. Gerçekten hem en müreffeh ülkeler arasında olmayı, ihracatta rekorlar kırmayı, bölgemizde lider olup saygı görmeyi fazlasıyla istiyoruz, hem de bunun gerektirdiği stratejik hazırlığı, yapısal reformları, eğitim kalitesini, kurumsal kapasiteyi sağlama gereğini görmezden geliyoruz. Üstelik hedeflemiş göründüğümüz gelişmeler için katlanmamız gereken fedakarlıklardan kaçınıyor, aksine gelişme sürecine ket vursa da borçlanarak imkanlarımızın üstünde tüketme alışkanlığını bırakmak istemiyoruz. Giderek düşen tasarruf oranının zorunlu kıldığı dış yatırım girişinde geçmişte sağladığımız başarıyla övünürken, şimdi sadece yatırım değil portföy girişinin bile daha zor olduğu bir ortamda bir numaralı önkoşul olan hukuk güvenliğini, konjonktür dengelerine bakmayı bile gereksiz kılacak ölçüde zayıflatmakta beis görmüyoruz. Çok sayıdaki zaafımızı görmemeyi, az sayıdaki başarımızı abartmayı tercih ediyoruz. Tıpkı futboldaki gibi...
Ama arada bir fark var: Futbol ekosistemi çok daha basit ve performans testi çok hızlı olduğu için sonuçlar çabuk ortaya çıkıyor, başarısızlığın hasarı da çok daha küçük. Zaten futbolun kendisinin de ülke için marjinal önemi, medyamız başka türlü gösterse de, ihmal edilebilir ölçüde. Yine de diğer alanlardaki toplumsal zihniyet ve refleksleri yansıtması açısından ilginç. Ekonomi ve siyasetteki hataların ve ihmalin ise hem kitlelerce anlaşılması, tespiti ve giderilmesi karmaşık ve uzun bir süreç, hem de maliyeti ülkenin geleceğinin kaybı gibi inanılmaz büyüklükte. Tehlike de orada zaten...