Ekonomi 2014’e artan risklerle giriyor

Orhan AKIŞIK
Orhan AKIŞIK KÜRESEL PERSPEKTİF [email protected]

Yılın iktidar ve muhalefet partileri arasındaki olağan siyasi tartışmalarla biteceği beklenirken yolsuzluk soruşturmaları ve sonrasında üç bakan ve beş milletvekilinin istifasıyla ortam iyice gerginleşti. İstifaların arkasının gelip gelmeyeceği bilinmiyor. İstifaları harekete bir ihanet olarak nitelendirilen Başbakan Erdoğan, ardı arkasına yaptığı mitinglerde olayların Türkiye’nin önünü kesmeyi amaçlayan iç ve dış destekli bir komplo olduğunu, ülke üzerinde operasyona izin vermeyeceklerini söylüyor. AKP’nin tabanını oluşturan İslamcılar arasında olaya ilişkin düşünceler farklı. Olayları, Başbakan gibi bir komplo olarak görme eğiliminde olanlar olduğu gibi, demokrasiden uzaklaşıp giderek otoriterleşen idare tarzına bağlayanlar da var. Bir üçüncü grup ise Milli Görüş’ten uzaklaşmanın bedeli olarak gördükleri gelişmeleri normal buluyor. Son günlerde verilen demeçler ve yapılan konuşmalardan hükümetin krizi daha fazla büyümeden kontrol altına almak düşüncesinde olduğu açıktır. Liberal ve demokratların desteğini önemli ölçüde yitiren AK Parti’nin tabanındaki çatlak büyürse iktidarda kalması iyice güçleşir.

Genel olarak, hiç bir olgu tek bir nedene bağlanamaz. Siyasette de ekonomide de bu böyle. İktidarın, nerede yanlış yaptığını sorgulamak ve şimdiye kadar ki iç ve dış siyasetinin muhasebesini yapmak yerine, olayların nedenini dışarda araması yanlışlarda ısrar edileceğini düşündürüyor. İslam dünyasına model olarak gösterilen Türkiye’nin bu özelliğinin kaybolup gitmesinde yanlış Ortadoğu siyaseti kadar, ülke içinde son seçimlerden bu yana demokrasiden giderek uzaklaşan idare tarzının da etkisi var. Hükümetin demokrasi anlayışı evrensel ölçülerden çok uzakta, güçler ayrılığı ilkesini bir yana iterek demokratik bir yönetim kuran bir devlet tarihte yok. AK Parti’li bazı siyasetçiler geçtiğimiz yılın başlarında liberallerle yapılan ittifakın sonuna gelindiğini; inşa edilecek Türkiye’nin onların hiç de hoşlarına gidecek bir Türkiye olmayacağını söylememişler miydi? Sonraki gelişmeler bu açıklamaları doğruladı. On yılı aşkın bir süredir iktidara koşulsuz destek veren bu kesimle AK Parti’nin bugün yolları ayrılmış durumda. AK Parti’nin kendi ideolojisi doğrultusunda Türkiye’yi dönüştürebilmesinin iktidarda kalmasına; bunun için ise liberal ve demokratların desteğinin azalmasıyla ortaya çıkan boşluğun kendi görüşünden seçmenlerle ikame edilmesine bağlı olduğu bir gerçek. Eğitim ve kültür programlarının bu hedefe yönelik olduğu gözden kaçmıyor.

Zaten kırılgan olan ekonominin siyasi kutuplaşmadan etkilenmesi kaçınılmaz. ABD ekonomisindeki iyileşmeye bağlı olarak, dünyada azalma eğilimine giren para miktarı bizim de aralarında yer aldığımız gelişmekte olan ekonomiler için bir risk unsuru olarak ortada dururken, siyasi kutuplaşmanın bu olumsuz gidişi daha da hızlandırması muhtemeldir. Döviz çıkışları artarken, Türk lirası dolar ve euro karşısındaki değer kaybını sürdürmektedir. Ekonomik büyümeyi dış kaynak olmadan sürdürmemizin olanaksızlığı düşünüldüğünde daha da dikkatli olmamız gerekiyor. Gerilimin daha da artması toplu sermaye çıkışlarına yol açarak ekonomide büyük hasarlara yol açabilir. IMF’nin Türkiye ekonomisiyle ilgili olarak geçtiğimiz ayın 20’sinde yayınlanan raporunda sermaye girişlerinin yavaşlaması ve hatta durmasının cari işlemler açığının fınansmanını zorlaştıracağı görüşüne yer verilerek, parasal genişlemenin durdurulması ve kredilerin azaltılması tavsiye ediliyor. Rapora göre, cari işlemler açığının kontrol altına alınması için tasarrufların arttırılması ve rekabet gücünün iyileştirilmesi şart. Esasen, bu iki hedefin kısa vadede gerçekleştirilmesi söz konusu değil. Benzer bir tavsiye Almanya tarafından AB’nin kriz içinde debelenen güney ülkelerine de yapılıyor. Rekabet gücünün iyileştirilmesinin ise iki yolu var. Ya üretim kalitesini artıracaksınız, yani kalite rekabetine yöneleceksiniz, ya da sattığınız ürünün fiyatını düşüreceksiniz. Bizim açımızdan rekabeti iyileştirmek için ihracatı ucuzlatmaktan başka bir yol görünmüyor. Ancak, bunu yaparken enflasyonda artışa izin vermemek de gerekiyor. Aksi takdirde kurlar üzerindeki baskı daha da artacaktır. 2014’ün hem siyasi hem ekonomik açılardan geride bıraktığımız yıldan daha riskli bir yıl olacağı açık. Riski arttıracak davranış ve politikalardan kaçınmamız şart.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Vekalet savaşları 08 Ekim 2016
Clinton farkı 01 Ekim 2016
Sorun küreselleşmede mi? 27 Ağustos 2016