Ekmeğimizle ilgili boşluklar yaratırsak...
Ülkemizde buğday ekmeğinin, nimet kavramının özünü oluşturduğu; kültürümüzde çok ağırlık yeri bulunduğunu yineledik. Buğday konusunda "olumlu gelişmeleri" bir önceki haftanın yazısında ele aldık.
Yaşadığımız evrende her şeyin "olumlu" yanı gibi "olumsuzlukları" da vardır. Biz bu ikili yapının bütününü kavramadan iş yaparsak, eksikli kalır; verimimizi istenen düzeye ulaştıramayız.
Genelde hububat üretimi, özelinde de buğday konusunda bardağın boş kısmında da beş önemli sorunu ele alarak sizlerle paylaşmak istiyoruz: Birincisi, ülkemizdeki üretimin yapısal ve ekonomik özelliklerinin yeterince irdelenmemesi, yapısal reformların gerekli ölçekte ve ağırlıkta yürürlüğe konmaması… İkincisi, veri,malumat ve bilgilerin üretiliş biçimi, yöntemleri, uygulama sonuçları, öngörme ve önlem almada yarattıkları boşlukların yeterince tartışılmaması… Üçüncüsü, TMO öncülüğünün, gelişen dünya koşullarında piyasa yapılıcı kuruluşlarla bütünleştirilerek geliştirilmesi konusunda açık ve sistemli bir tartışmayla irade netleştirmeyi sağlayacak bir çabanın gerektiği kadar gösterilmemesi… Dördüncüsü, Teşvik sistemlerinin tarihsel gelişiminin irdelenerek, geleceği inşa etmemizi sağlayacak yeni varsayımlar ve zihni model ürerindeki çalışmaların yetersizliği… Beşincisi de, kendini yeniden üreten bir mekanizmanın inşa edilmesi konusunda kapsamlı bir projenin elimizin altında bulunmaması.
Cesur siyasi irade
Buğdayımız ve ekmeğimizle ilgili en önemli boşluk, sektörün yapısal ve ekonomik özelliklerini, dünya rekabeti yapacak düzeye taşıyacak olan reformları yapacak cesur bir siyasi iradenin olmamasıdır.
Diğer tarımsal üretim alanlarında olduğu gibi, buğday üretiminde de, amacı, hedefi, sosyal yararı, işlevi ve yarattığı sonuçlarıyla nasıl savunulabildiğini bir türlü kavrayamadığımız bugünkü "parçalı arazi yapısının" üstüne gidilemiyor.
Mülkiyette birleştirme yapılamazsa bile, hizmette birleşmelerle uluslararası rekabet yaratacak bir işletme ölçeğinin altyapısını oluşturma, öncelikle siyasi iradelerin sorumluluğu.
Ülkemizde parçalı arazi yapısı ve cüce tarım işletmeleri, önemli ölçüde dış bağımlılıkla üretilen teknolojileri kullanmada da tam bir israf örneği. Kara mizah örneği olduğu için hatırlatmayı bağışlayın. Bir ata sözümüzü şöyle güncelleştirmek gerekiyor: "Ayranı yok içmeye, traktörle gider s…maya" sözü bugünkü tarım işletmelerimizin durumunu düz aynalarda yansıtıyor.
Tohumdan toprağa, sulamadan gübrelemeye, hasattan depolamaya, işleme tekniklerinden finansman erişebilirliğine sektörün bütünle yeniden düzenlenmesi, dünya genelindeki rekabet koşullarına uyumlu hale getirilmesi gerekiyor.
Veriler yanlışsa, hiçbir doğru olamaz…
Bu satırların yazarı ne zaman tarımsal üretimle ilgili bir "saha araştırması" yapmaya kalksa, tarımsal yapı istatistiklerinin ve başka verilerin ülkenin öz gerçeğinden uzaklığını görerek şaşmış, öfkelenmiş, umutları kırılmıştır.
Buğdayla ilgili örgütlerin toplantılarında açık yürekle verileri ele alan, verilerin derlenmesi, saklanması, işleme yöntemleri, malumat üretimi, malumatın bilgiye dönüşmesi, bilgilerin ayıklanarak anlamayı kolaylaştırılmasının önündeki engelleri alabildiğine özgürce tartışması zamanı geldi de geçiyor. Bu konuda veri hazırlama sorumluluğu taşıyan kuruluşların "savunmacı" bir anlayışa girmeden, eldeki olanaklarla ne yapılacağını açık yürekle ortaya koymaları, taşıdıkları sorumlulukların bir gereğidir.
Ciddi,dinamik, inandırıcı ve güven veren bir envanter hiç kuşku yok ki bir numaralı sorunumuzdur.
Rakamlar üzerine "kuşkunun gölgesi" düşmüşse, orada kimseden sağlıklı karar, açık ortamlarda hesap verebilirlik; adam gibi adam olmayı bekleme hakkımızın işlerliği olmayacaktır.
Sadece rakamların doğruluğu da yetmez, başka toplumların rakamları ile "eşdeğerli" hale getirerek "karşılaştırma tabanı" yaratmazsak, kendi içimizdeki gelişmeyle övünen, o nedenle de ileri hamleleri engelleyen tuzaklara yakalanırız. Çağımızın en büyük baskı gücü olan "verimlilik savaşını" yitirme durumu ile karşı karşıya kalırız…
Birikimlerin gücü
TMO'un uzun yıllara dayanan deneyim ve birikimi elimizdeki güçlerden biridir. Kamunun bu "yönlendirici kurumu" dışa ve dünyaya açık gelişmede ülkemiz özel kesininin dayanaklarından biri olmak durumundadır.
TMO'yu özel kesimin yaratacağı "piyasa yapıcısı kuruluşlar" ile desteklemezsek, korkarım ki uluslararası rekabette ayaklarından biri eksik kalacak, topal koşucu haline gelecek ve yarışı arkadan izlememiz kaçınılmaz son olarak karşımıza çıkacak.
Hiç unutmayalım ki, küresel ekonomide, küresel erişebilirliği olan kamu ve özel kesim kuruluşlarının, esneklik ve hızını artıracak küçük ve orta ölçek işyerleri ile işbirlikleri yapmaları hayati önem taşıyor. Toplantılarda bu konularda yapılmış tartışma varsa, bunların kamuoyuna yeterince yansıtılamamış olması gerçek bir talihsizliktir.
Teşvik sitemleri
KOSGEB'den Dış Ticaret Müsteşarlığı'na, İGEME'den Eximbank'a, Ar-Ge desteklerinden fuarları vb. çok değişik kamu kuruluşları ve uluslar arası birimler diğer sektörlere olduğu gibi, tarım, buğday üretim ve ticaretine de destek veriyor.
Kalkınmada yer altı ve yerüstü zenginliklerin ve çok tutarlı makroekonomik politikaların "işleyen kurumlar kadar etkili olamadıklarını" bilim çevreleri kanıtlıyor. Sektör örgütlerinin tartışmalarında "teşvik mekanizmaları" yapıları,işlevleri ve kültürü üstüne derinliğine girmelerine pek rastlamıyoruz. Gündeme, teşvik mekanizmalarının mutlaka alınması, gerekli tartışmaların yapılması, bilgilerin netleştirilmesi, fikirlerin saydamlaştırılması ve iradenin oluşturulması gerekiyor.
Sektörde özetle değinilen "boşluklar" doldurulursa, birikim yeteneğini koruyup geliştirerek uzun dönemli geleceği güven altına alabiliriz. Eğer, ayrıntı çabası gerektiren, genel malumatlarla bir yere varılamayacak olan mekanizmalarla ilgili tartışma kısırlığı sürürse, tıpkı fındık çıkmazında olduğu gibi, zeytinlerde giderek bir sorun halinde kucağımızda büyüyen gelişmelerde tanıklık ettiğimiz buğdayımıza da yansıyacak… Buğdayımızda da aynı sorunları yaşarsak, sorunlarını çözememiş toplum olma ayıbının yükü yüreklerimizi ezer.