Eğri oturalım, doğru konuşalım!
Hangi konu olur ise olsun, belli bir değişkene veya bölgeye odaklanınca diğer gelişmeler görece geri planda kalıyor ve gerçekçi değerlendirmeler yapılamıyor. Küresel ekonomik gündemin sorunlu bazı Euro Bölgesi ülkeleri üzerine yoğunlaşması da benzer bir durum yaratıyor. Belki de küresel olan sorunları yerelmiş gibi göstermek ve beklentilerin daha fazla bozulmasını önlemek amacı ile böyle yapılıyor, fakat yine de güvensizliğin etki alanının genişlemeye devam ediyor. Kara bulutlar yalnız gelişmiş ekonomileri değil, gelişmekte olanları da etkiliyor. Mısır'daki hükümet bir yılını doldurmadan istifa ediyor, Macaristan yeniden IMF'nin kapısını çalıyor... Riskten kaçınma eğiliminin güçlenmesi, küresel kriz sonrasında sermaye hareketlerin yoğun ilgisine uğrayan ekonomileri tırpalıyor, yerel paralar değer kaybediyor, varlık değerler eriyor, bilançolar yıprandıkça güvensizlik büyüyor.
Son üç yıl içinde küresel düzeyde yaşananlara baktığımızda sorunlu olduğu için parasal genişlemeye giden bölgedeki sorunların çözülmediği sadece olumsuz eğilimlerin bir süre için ve kısmen kontrol altına alındığını görüyoruz. Diğer taraftan portföy yatırımı şeklindeki sermaye hareketlerinni gelişmekte olan ekonomilerdeki sorunları iyice ağırlaştırdığını görüyoruz, aşırıya kaçan risk alımı önce sahte bir cennet yaratıyor, ardından riskten kaçınma eğilimi devreye girdiğinde her şey cehenneme dönüşüyor...
2009 yılı Nisan ayı başında yapılan G-20 Zirvesi'nin ardından AB destekli IMF paketleri başta Macaristan olmak üzere Doğu Avrupa'nın derdine deva olmak üzere hazırlanmış, söz konusu bölgeye aşırı kredi kullandıran Avusturya gibi ekonomilerin küresel gündemin dışında kalması sağlanmıştı. ABD'de yaşanan parasal genişlemenin de desteği ile risk alma isteği artmış, gelişmekte olan ekonomiler yeni sermaye akımlarının hedefi haline gelmişti. Bu süreçte emtia ve sermaye piyasaları yükseldi, gelişmekte olan ekonomilerin paralarında yaşanan değerlenme enflasyon baskısının hissedilmesini engelledi. Ancak ilgi odağı haline gelen ekonomilerin bir kısmı çabuk ısındı, diğerleri ise bu durumun yarattığı tehlikeleri görerek tedbir almaya çalıştı. Devamında ise riskten kaçınma eğilimi kademeli olarak güçlenmeye başlayınca ortalık karıştı. Kuzey Afrika, Ortadoğu, Güney Avrupa'yı takiben Doğu Avrupa ile sorunlular listesi genişlemeye başladı. Akdeniz çanağı küresel belirsizlik odağı oldu ve gelişmeler bir türlü kontrol altına alınamadı.
Bu aşamada sormak gerekiyor. Asya krizi ile 2001'deki ABD'yi hedefleyen terör saldırısı arasındaki sancılı dönem yaşanmamış olsa 2000'li yıllardaki parasal genişleme olur mu idi? Devamında bugünkü kaosa giden olumsuzluklar zinciri sahne alır mıydı? Piyasaların sorunların ağırlaşması pahasına günü kurtarma zorlamasına boyun eğilir miydi? Rekabet koşullar bugünkü ölçüde bozulur, yoksulluk sınırının altında yaşamaya mahkum olanların sayısı geometrik bir hızla artar mıydı? Veya küresel ödemeler sistemi bugünkü kadar çaresiz bir duruma düşer miydi? Bu ve benzeri soruların sayısını artırmak veya çeşitlendirmek mümkün; amaç ise yaşananlardan ders çıkarıp benzeri hataların tekrarlanmasını önlemek. Gelişmiş ekonomik bölgelerde yaşanacak olası yeni parasal genişlemelerin yaratacağı eğilimler muhtemelen daha farklı olacak, fakat yine de sorunlar ağırlaşmaya devam edecek. Her şeyin tersine döndüğü ve bu durumu düzetmek adına pek bir şeyin yapılmadığı bugünün koşullarında sorunlar ağırlaşmaya devam edecek gibi görünüyor.
Nimet-külfet dengesi bozuldu ve günü kurtarmak adına gerçekler konuşulmuyor ise kuralsız serbest piyasa anlayışının etkin çalışmasını beklemek mümkün değildir. Güvensizlik büyüdükçe, küresel olan ağırlaşmış sorunlara, uzlaşıya dayalı çözüm üretme olanağı da tükenmektedir. Dünya ekonomisi 1945 sonrasında hiç yaşanmamış bir daralmaya koşmakta, belirsizlik ve kırılganlık artmaktadır. Birkaç ülke veya banka kurtararak durumun normalleşeceğini ummak ham bir hayalden başka bir şey değildir...