Eğitim şart mı?

Ümit ÖZLALE
Ümit ÖZLALE [email protected]

Geçtiğimiz hafta yazma­ya başladığım mesleki eğitim ve beceri politikası konusuna bu hafta da de­vam etme niyetindeydim. Çağımızın gerekliliklerini yeni nesil eğitim kurumla­rı bünyesinde nasıl öğrete­bileceğimizi yazacaktım. Böylece Almanya, Avus­turya, İsviçre gibi ülkele­rin zamanında elde ettikle­ri mesleki eğitim başarısını bugünün koşullarında nasıl tekrarlayabileceğimizi anla­tacaktım.

Ne var ki, gelen bir haberle, bu ülkeden ümidini kesme­miş bütün insanlar gibi be­nim de hevesim kaçtı. Kara para akladığı ve görmemişli­ği her halinden belli olan bir çiftin “devletimiz sağ olsun” tezahüratlarıyla rüküş hayat­larına geri dönüşüne tanık ol­duk. Tam da okulların açıldı­ğı hafta milyonlarca öğrenci bugünün Türkiye’sinde zen­ginliğin ve itibarın yolunun iyi bir eğitimden değil de kö­tü bir ahlaktan geçtiğini bir kez daha anlamış oldu.

Yüz­binlerce üniversite öğrenci­si de bir kez daha yabancı bir ülkede vasıfsız bir işçi olarak çalışmayı bu ülkede beyaz ya­kalı bir çalışan olmaya tercih etti. Ülkemizdeki yetenekli ve idealist gençleri kendi ül­kesinin işgücüne katmak için çabalayan yabancı ülkelere arayıp da bulamadıkları fır­satı kriminal ve rüküş bir çift, ağababalarının da kollama­sıyla, vermiş oldu. Devletimiz sağ olsun!

Başkasının mucizesini gerçekleştirme…

Annem ve babamın da da­hil olduğu Türk işçi göçü, 20. yüzyılda Avrupa’daki en bü­yük göç hareketlerinden bi­riydi. Türkiye’den Alman­ya’ya giden milyonlarca va­tandaşımız Alman ekonomik mucizesinin fitilini ateşle­di. Ama mucizenin gururunu onlar yaşayamadıkları gibi, meyvelerini de onlar yemedi.

Eğitimli insan ülkeyi terk ediyor

Bugün benzer bir süreci çok başka bir biçimde tekrar yaşıyoruz. Geçtiğimiz on yıl­da Türkiye Cumhuriyeti’nin bin bir emekle yetiştirdiği on binlerce eğitimli insan siyasi istikrarsızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik, ekonomik belir­sizlik gibi nedenlerle ülke­yi terk ediyor. Arkalarından “varsın gidiyorlarsa gitsin­ler” diyenler bu ülkenin kay­nakları ile yetişen ve belki de edinilmesi en zor olan “geliş­miş insan kaynağını” bir kez daha başka ülkelerin yarata­cakları ekonomik mucizeye hediye ediyor.

Oysa 20.yüzyılın başında İktisat Kongresi’ni düzenle­yen bağımsızlıkçı ruh Türki­ye’yi ileriye götürecek yega­ne gücün “gelişmiş insan kay­nağı” olduğunun farkındaydı. O yüzden de ilk oturumun 7. Maddesine aynen şöyle yazıl­mıştı: “Her Türk, her yerde hayatını kazanabilecek şekil­de yetişir, fakat her şeyden evvel memleketin malıdır.”

İşte bu ilkeden yola çıka­rak Cumhuriyetin en bü­yük amaçlarından birisi, dünyanın her yerinde çalı­şabilecek, mesleğini dünya kalitesinde yapan insanlar yetiştirmek oldu. Üstelik bu insanlar eğitimde fırsat eşitliği sayesinde dar gelir­li ailelerin çocukları arasın­dan da çıkabiliyordu. Dev­letin size sağlayacağı eğitimle sosyal katmanları kırabilmek ve bir üst gelir grubuna çıka­bilmek mümkündü.

Artık değil! Bugün öğren­cileri ya da ailelerini eğitim­de fırsat eşitliğine ya da sos­yal adalete inandıramazsınız. Eğer bugün bütün ülkenin gö­zü önünde kara para akladığı her halinden belli olan ve gör­memişliği paçalarından akan bir çiftin “sağ olsun” dedi­ği devlet çocukların okula aç gitmelerine ya da gençlerin bu ülkeden gitmelerine kayıt­sız kalıyorsa, o devletin adil ve sosyal bir devlet olduğu­na kimseyi inandıramazsınız.

Bugün bir yıldan fazla işsiz kalan gençlerin yarısından fazlası üniversite mezunu ise bu gençlerin hayallerini ülke­lerinde gerçekleştirme istek­lerini canlı tutamazsınız. Her türlü adaletsizliği, pespaye­liği, sıkışmışlığı daha çocuk yaştan itibaren hisseden bir bireye de ülkesini içi boş laf­larla sevdiremezsiniz.

Lübnan asıllı Fransız yazar Amin Maalouf’un Doğu’dan Uzakta romanında dediği gi­bi “Her insanın gitmeye hak­kı vardır, onu kalmak için ik­na etmesi gereken ülkesidir.” Okulların açıldığı bu hafta ül­kece sınıfta kaldık!

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Sahi biz ne yaşıyoruz? 18 Eylül 2024