Eğitim-öğretim anlayışımız yeni düşünceye ne kadar elverişli?
Bizim ilkokuldan üniversiteye dek süren eğitim-öğretim modelimiz size geçen hafta sözünü ettiğim mevcut bilginin sorgulanmasını ne kadar karşılar, ciddi bir tartışma konusudur. Eğitim davranış modelleri kazandırmayı hedeflerken, bilginin sorgulanması ve kazanılması kavramıyla zaten ilgilenmez, asgari özelliklere sahip bir birey yetiştirmeyi yeterli bulur. Dahası eğitim süreci ilköğretim yıllarına sınırlıdır, üniversiteler misyonları içerisinde eğitimi sıralasalar da, genellikle ilgilenmezler. Beri yandan öğretim kısmı da benzer anlayışın kısıtlılıkları içerisindedir. Öğretim bize olayları anlatır, bunları gerekli resmi yorumu katarak aktarır, ama olaylar arasındaki ilişkiyi dikkate almaz, analiz şansını da tanımaz. Örneğin mesele fizik olduğunda yer çekimi kanunları vardır, siz değişkenleri bu formüllere yerleştirerek hesaplama yapmayı öğrenirsiniz. Ama yerçekiminin neden oluştuğuna değinilmediği gibi, bunun keşfedilmesi süreci de sadece bir “kıssa” olarak aktarılır.
Aynı şey tarih gibi sosyal bilimler için de söz konusudur. İstanbul’un fethi tarih olarak verilir, ama bu süreci hazırlayan ve sonrasında neden olduğu ilişkiler yumağı bildirilmez. Şöyle bir düşünün, aslında tarih bize Hitit’lerden Osmanlı’ya en az dört kere anlatılmıştır. Birbirinden kopuk, analize olanak tanımayan öğretim modeli, geride sadece ezberlenmiş bir takım rakamlar bırakır, onlar da unutulur. Bugünü dünle ilişkilendiremeyen bireyin Avrupa’yı anlama şansı ne kadar zayıfsa, kendini onlara anlatma olasılığı da o kadar düşüktür. Bütün eğitim ve öğretim süreci içerisinde bir de kavramların kendisi vardır ki, bunların adı bile geçmez. Newton’un yerçekimini bulduğunu herkes bilir, ama Newton’un kim olduğu kimseye anlatılmamıştır. Geçen aylarda anlattığım J.P. Morgan’ın hikayesi de bir benzeridir, ismi bugün bir finans ve akreditasyon imparatorluğuna dönüşse de, olaylar zinciri hatırlanmaz. Oysa bilimsel ya da sosyal süreç olayın ötesinde aktörlerin kim olduğuna da bağlıdır. Onları o süreci nasıl algıladıklarının da bilinmesi gerekli değil midir? Çünkü rol-model kavramı bu şekilde oluşur.
Yeni düşünce farklı fikir akımlarının çarpışma hattında ortaya çıkar
Bizim eğitim-öğretim sürecindeki ciddi bir başka kısıtlılığımız, farklı düşüncelerin aynı kurum içerisinde barınmasına katlanamamamızdan kaynaklanır. Oysa bilimsel gelişme dinamiğini çeşitlilikten alır. Ortamda farklı düşünce akımları olmalı, bu akımlar birbirleriyle fikri ortamda çarpışabilmelidir. Bu çarpışma kendi çapında bir dalga ve fırtına ortamını yaratır. Karşı akımı olmayan bir dalga nasıl sahili süpürür geçerse, karşı akımı olan dalga köpüklerin ortaya çıkmasına yol açar. Yeni düşünce bir yerde bu köpükler gibi çarpışma ya da kavuşma hatlarından doğar. Bir tarihte dünyanın en büyük ilaç firmalarından birinin İngiltere’deki Ar-Ge merkezini görme şansım oldu. Merkezin mimarisi, farklı laboratuarlarda, bambaşka alanlarda çalışan bireylerin kahve alanının ortak olması üzerine kuruluydu. Bu yaklaşımı “parasını ödediğimiz adamın kahve molasında bile suyunu sıkmaya devam edelim” biçiminde algılamayın. Büyük Ar-Ge merkezleri ya da dünyaya yön veren üniversiteler küçük kasabalarda kuruludur. Maksat karşılaşma şansını ve konsantre kalma becerisini artırmaktır. Gerisi öğrencilerin ve çalışanların sorumluluğudur. Bunun bizim de içinden yetiştiğimiz bir başka biçimi yatılı okul kavramıdır. Görüldüğü kadarıyla yatılı okullar seçilerek alınmış öğrencilerin eğitim-öğretim sistemiyle temasının artırılması prensibini dikkate alır.
Defter-kalemle öğretim tabletten kat be kat üstündür
Yenilikçi düşünce de dahil eğitim-öğretim sisteminin ihtiyacının önemli bir kısmı aslında bir kara tahta, defter, kalem, analiz ve gözlem becerisi ile karşılanır. Fizik, kimya gibi deneysel eğitimin gerektiği alanlar dışında, bu asgari ihtiyacın tablet bilgisayara dek yükseltilmesinin öğretime hiçbir katkısı bulunmaz, hatta uzak durulmalıdır. Yaşı belli bir düzeyi tutanlar bilecekler, eski kuşağın yazısı bile kaligrafik mükemmelliktedir. Oysa tablet yazma becerisini ortadan kaldırmakla kalmaz, çocuğu ekrana hapseder. Gözlem amacıyla dış dünyaya yöneltmeleri gereken dikkatleri artık ekranın tutsağıdır. Buna bir de eğitimin gözlem, öğretimin analiz becerilerinden mahrum kaldıklarını ekleyiniz, sizce bu genç insanların ileride karşılarına çıkacak rakipleriyle boy ölçüşme şansı ne kadar olacaktır?