Eğitim, değişim ve TEOG
Mavi Okyanus Stratejisi üzerine yazmaya niyetliydim, ama araya TEOG tartışmaları girince, eğitim de memleketin hiç bitmeyen öncelikli konusu olduğundan ve bir yıl önce biz de bu yoldan geçtiğimiz için kendimi ister istemez TEOG’u yazarken buldum. Bu arada Mavi Okyanus konusuyla ilgili yazacak olmamın nedeni, bu yüzyıl içinde yayınlanmış en iyi strateji kitabı olan Mavi Okyanus Stratejisi’nin yazarları W. Chan Kim ve Renée Mauborgne’nin Blue Ocean Shift adlı yeni kitaplarının 26 Eylül’de çıkacak olmasıydı. 2004’te yazdıkları Mavi Okyanus Stratejisi’nden 13 yıl sonra bu kez de mavi okyanustaki dönüşümü anlattıkları kitabı doğrusu merakla bekliyorum. Kitabın tanıtım yazılarına bakılırsa yeni mavi okyanuslar yaratmak isteyenler için kanıtlanmış adımları içeren bir rehber niteliğinde. Pek çok örnek olayla birlikte yeni analiz perspektifleri ve araçları sunacağını düşündüğüm bu kitaptan sanırım önümüzdeki günlerde epey söz edeceğiz.
Şimdi gelelim bize ve ülkemizi kızıl okyanuslara mahkûm eden eğitim sistemimize. Bir sabah kalktığımızda “TEOG kaldırılacak” fırtınasıyla nasıl karşılaştığımızı sanırım burada hiç konu etmeye gerek yok, herkesin bu konuda bir fikri var…
Bunun yanında eğitimim sistemimizin yapboza döndüğünü, on yılda on iki kez sistem değiştirip altı Milli Eğitim Bakanı eskittiğimizi de anlatmaya gerek yok. Bu plansızlığın, programsızlığın sonuçlarından daha önce defalarca söz ettim. PISA sınavlarında öğrencilerimizin alabildiği notlara göre eğitim başarısı açısından OECD ülkelerinin en sonunda bulunuyoruz. Daha da kötüsü, bu seviyeyi yükseltme yönünde de bir çaba ve program da ufukta görünmüyor. Peki böyle bir ahvâl içinde TEOG’un kaldırılmasına pek çok kişi neden karşı çıkıyor? Yani zaten durumumuz kötü, eğitim sistemimiz yerlerde sürünüyorken böyle bir değişikliğin iyi olmayacağını nereden biliyoruz?.. Biliyoruz, çünkü TEOG’un kaldırılması da kendinden önceki onlarca değişikliğin yapıldığı yöntemle yapıldı. Bu noktada “Hangi yöntem” diye soracaksınız elbette. Evet, haklısınız. Önceki değişiklikler gibi bu değişiklik için de kullanılan herhangi bir yöntem mevcut değil.
Daha önceki bir yazımda değinmiştim. Bir toplum için değişikliğin kendisi bir amaç olamaz. Siz birey olarak sırf canınız öyle istiyor diye arabanızı, evinizi ne bileyim eşinizi, dininizi, tuttuğunuz takımı değiştirebilirsiniz. Bu değişikliklerin iyi veya kötü olması, sonuçları yalnız sizi ilgilendirir.
Ancak bir toplum bir kişiden ibaret değildir ve toplumsal işleyişin farklı kuralları vardır. Zaten bu nedenle psikoloji ile sosyoloji ayrı ayrı bilim dallarıdır. Örneğin bir ülkenin yönetim şeklini veya anayasasını sırf değiştirmek için değiştiremezsiniz. Değiştirmek için ortak bir gerekçe, ortak bir amaç, ortak bir akıl gerekir. Eğitim sistemi de bundan pek farklı değil. Biz toplum olarak nasıl bir gelecek hayal ediyoruz, bu geleceği kurmak için nasıl insanlara ihtiyacımız var ve bu insanları nasıl yetiştiririz? Eğer işe yarayan, gerçekten çalışan, yapboza dönmeyecek bir eğitim sistemi kuracaksak bu konuda tartışmalı ve ortak bir akıl geliştirmeliyiz. Bunun dışında yapacağımız herhangi bir değişikliğin olumlu sonuç vermesi pek mümkün değil. Bu meseleden yola çıkarak ülkemizdeki “Değişim” paradigması üzerine özet olarak üç saptamada bulunmak istiyorum.
Birincisi; Değişimin kendisini bir amaç olmaktan çıkarmalıyız. Eğer bir stratejik hedefiniz varsa değişimin bir anlamı vardır. Stratejik hedef, sizin gelecek resminde kendinizi nerede gördüğünüzle ilgilidir. Eğer bir hedefiniz varsa ve sistemde bir şeyleri değiştirecekseniz, kendinize üç kritik soruyu sormalısınız. 1- Attığınız taş ürküttüğünüz kurbağaya değecek mi? Yani yeni sisteminiz daha verimli çalışıp işinizi daha iyi yapmanızı sağlayacak mı? 2- Eğer sistemdeki parçaların bütününü değil de bazılarını değiştirecekseniz yeni gelecek parçalar eskilerle uyumlu çalışacak mı? 3- Bu sistemi değiştirmenin maddi-manevi maliyeti nedir, bu maliyeti nasıl ve ne kadar süre içinde karşılayabileceksiniz?
İkincisi; Eğer toplumsal ölçekte bir şeyleri değiştirecekseniz enine boyuna ölçüp tartmanız, araştırmanız incelemeniz, akıl yürütmeniz, örneklere bakmanız, simülasyonlarla test etmeniz ve buna benzer bir dizi sosyal bilim yöntemini bir arada kullanmanız gerekir. Eğer bilimsel bir yönteminiz yoksa işiniz şansa kalır. Bireysel olarak şans sizi her yere getirebilir, ama toplumlar şansla değil daha çok kolektif ve akılcı tercihlerle gelişme gösterirler.
Üçüncü ve son olarak şunu söylemeliyim; Eğer elinizde mevcut sisteminizden daha iyi çalışacağına emin olduğunuz bir sistem yoksa bırakın hiç dokunmayın daha iyi.