"Eğin dedikleri/Küçük bir şehir"
Karasu, Erzurum'un damı Palandöken dağlarından yola koyulur; Tercan'ı geçer, Erzincan Ovası'nın canına can kattıktan sonra Kemah'a ulaşır; iliç'de yönünü değiştirir; sevdalısı Fırat'a kavuşmak için kanyonları aşarak Keban yakınlarında Fırat'la kucaklaşma noktasına ulaşılır. Bundan sonrası, bir an önce Altın Hilal'e varmak; zenginlik üreterek uygarlıklar yaratmanın sonsuz yürüyüşüne katılmaktır. Güneydoğu yönünde akarken Karasu, batısında Tecer ve Yama Dağı'nın, doğusunda Munzur'un doruklarındaki mitoloji tanrılarının yağmuruyla, seliyle, gök gürültüsü ve şimşekleriyle, boranıyla, çığıyla, çığlığıyla korkutan gazabından saklanmak için derin vadilere, karanlık kanyonlara saklanır.
Karasu, dağların yamaçlarında çoğu sessiz sedasız, bazıları da gürültülü çavlanlarla akan yüzlerce dereden beslenir. El değmemiş berraklıktaki suları biriktiren çoşkun Karasu, Keban'daki barajın insan eliyle dizginlediği doğada artık binlerce yılın türkülerini söylemez, söyleyemez. Bir başka çağın, bir başka değer üretmenin potansiyelidir; yeni türkülerin yakılacağı günleri beklemektedir.
Arapgir'i geçtikten sonra, Dutbelini aşıp vadiye inerken, yer yer küçük göletlerinin ışıldayışı; binlerce insanın sevgiyle ziyaret ettiği yerler olma özlemini haykıran türküler gibidir.
"Eğin dedikleri/Küçük bir şehir"dir; ama kadim bir tarihin adıdır. Çok sesli, çok kültürlü bir sentezdir; gurbettir; özlemdir, vefadır." Dağlar senin ne karanlık ardın var" diyen türkünün düz aynasına yansıyan korkulara, acılara, çilelere karşı direnme gücü hâlâ ayaktadır; " ben buradayım!" diye haykırmaktadır.
"Göklerdeysen merdivenler kurayım"
Bir Eğin türküsünün yürek ateşine yükleyip sonsuzluğa gönderdiği gibi, "Göklerdeysen merdivenler kurayım / Yerlerdeysen arayıp da bulamıyım" diye seslenilen sevgili gibidir bu topraklar. Eğer ayağınız bu topraklara düşerse, yoksulluğun varsıllığa, zaruretin maharete, gurbet acısının türküye nasıl dönüştüğüne tanıklık edersiniz. "Hangi dağın ardındasın sevgilim / Ben o yana dönem dönem ağlayam" diyen yaralanmış yüreğin arayışıyla bu topraklardan kopmayan insanlara hayranlığınız çığ gibi büyür. Eğin, kökleri bu toprakların derinlerinde olanların tutkuyla bağlandığı; görenlerin aşı boyalı evleriyle yeşilin kucaklaşmasının ahengine hayran kaldığı, karanlık kanyonların varoluşa saygı uyandırdığı, "Gelmekte neden bu kadar geç kaldım?" diye hayıflanacağınız bir yerde olmanın hazzını yaşatır. Eğin'in eşdeğerleri Bergama'da Kozak Yaylası'nın fıstık çamlarının görkemidir. Şavşat'ın kara ormanları ve kara gölleridir. Karadeniz'de yaylalarının yeşilliği ve sisleridir. Yusufeli' de doğayla mücadele eden insan direncine duyulan engin saygıdır. Tokat' da bakır eşya üretimi ve cehri bezinin, Ankara'da sof bezinin Eğin dokumalarına yarışıdır.
Eğin, İstanbul'un ve sarayın uzaklardaki arka bahçesidir: Sarraflığın, kasaplığın, odun ve kömür kethüdalığının, ticaretin, dışardan varlık getirilerek zenginliği geliştirmenin merkezidir. Eğin, zaruretin yarattığı kültürün genetikten daha etkili bir insan geliştirme aracı olduğunu kanıtlayacağınız tarih potasıdır.
Eğin gurbet acılarını, yaşanmış olma yalınlığını, su katılmamış içtenliği, gerçek şiirselliği 'türkülerin diliyle anlatıldığı bir yerdir; öyle kalması için hepimizin ortak sorumluluğu vardır.
Dut belini aştım
Eğin kökenli çok sayıda arkadaşım var: Yazlık evlerimiz bitişik olan Necmettin Üstündağ asker arkadaşımdır. Aynı medeniyet tasavvurlarını paylaştığımız Nizamettin Üstündağ gençlik yıllarından bu yana ortak düşünceleri paylaştığımız değerli bir komşumuzdur. Şişecam'dan Müfit Özkara da atalarının yaşadığı bu topraklardan gurur duyanlardandır. Mehmet Ağrıklı'nın Eğin sevdasını sözle, yazıyla anlatmak ne mümkün!
Malatya üzerinden Eğin'e ilk kez gidiyordum; Arapgir'den sonrasını görmenin heyecanı benliğimi sarıp sarmalıyor. Recep Yazıcıoğlu Köprüsü'nün yanından geçerken, bildiğim en güzel duaları gönderiyorum aziz ruhuna.Adını her zaman saygıyla andığım, Akçakoca' da tanıştığımız günden ölümüne kadar hep "del'oğlan" diye seslendiğim Recep Yazıcıoğlu'nun bu yöreye sevdasının yakın tanıklarındanım. Bir şenlik vesilesiyle Eğin'e gittiğimiz gün Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkçi, Erzincan Valisi Ali Arslantaş, Belediye Başkanı Cemalettin Başsoy, Kemaliye Kültür ve Kalkınma Vakfı (KEMAV) Başkanı İsmail Yücel, Kemaliye Kaymakamı Mustafa İlhan, Kemaliye Belediye Başkanı Mustafa Haznedar, AKP Malatya İl Başkanı Hakan Kahtalı, Ulaştırma eski Bakanı Hasan Basri Aktan, gurbetteki işadamları Mehmet Ağrikli, Müştak Ağrikli TEMSAD Başkanı Ali Nalbant aynı teknede karanlık vadide dolaşırken karmaşık duygular zihnimi sarıp sarmaladı.
KEMAV Başkan Yardımcısı ve şenliklerin sorumlusu Yrd. Doç. Dr. Ferudun Çelikmen, Şota Rustaveli'nin dediği gibi, "Düşmemişsen bir sevdanın peşine / Özün düşman olur kendi özüne" sözünün olumlu yanıtlarından birir: Yıllarca bıkmadan sevdasının peşinde enerjisini yeniden üreten doğa sporları vasıtası ile Kemaliye'nin dünyaya tanıtımına katkı yapan bir insandır. Kemaliye'ye ilk varışımızda ,sevdasının gözlerine yansıyan pırıltılarıyla bizlere ilçede yapılacak doğa sporları hakkında ayrıntılı bilgi aktardı. Sorunların il ve ilçeler bazında değil de "havza bazlı" ele alınmasına sevindim: "Yukarı Fırat Havzası Kültür ve Turizm Bölgesi" (Erzincan, Malatya, Elaziğ, Sivas ve Tunceli) kapsayan, Divriği, Kemah, Battalgazi, Arapgir, Kemaliye ve Harput'un birikimini dikkate alan anlayışı etkili bir gelişme yaratabilir. Bu yaklaşımın kapsayıcı üretkenliği asla gözardı edilmemelidir.
Asıl önemlisi, bu topraklara neden sahip çıkılmasına, ne yapmamız ve nasıl yapmamız gerektiği üzerine kafa yormaktır. Bir geziyle, iki toplantıyla her sorun çözülmez, ama kararlı bir arayışın, sistemli bir ilerlemenin çözemeyeceği sorun da yoktur.
Bana göre Eğin dedikleri küçük bir şehir değildir; organik enerji döneminin iç dengeleri ile dış bağlantılarının yarattığı farklılaşmış bir kültürdür. Toprak olarak küçük diyebilirsiniz, entelektüel birikimiyle büyük bir yerin adıdır Eğin! Şimdi bu kültürü yeni maddi ve manevi zenginlikler yaratabilmenin "kaldıracı" yapabilmek için çabalamanın tam zamanıdır. Sümer rahibinin sözünü anımsayalım: "Şimdi değilse ne zaman?"