Eğilimler farklılaşıyor!..
Küresel düzeyde son bir hafta içinde finansal piyasalarda yaşanan eğilimler ya koşulların değiştiğine ya da daha önce yaşananlardan daha farklı bir zoraki yönlendirmeye işaret ediyor. Piyasalar arası ilişkiler, küreselleşme denilen kuralsızlık döneminde hiç yaşamadığı bir görünüm sergiliyor. Bazılarının iddia ettiği gibi kesinlikle bir normalleşme söz konusu değil. Hisse senedipiyasaları genelde düşük bir oynaklıkla yatay eğilim sergilerken, devlet tahvilleri piyasası satış baskısı altında kalıyor ve diğer sabit getirili araçları da etkiliyor ve gelişmekte olan ekonomilerin paraları değer kaybediyor, bu süreçte emtialarda piyasaları da hisse senetleri gibi yatay bir görüntü izleniyor, sanki fırtına öncesindeki sessizlik benzeri bir durum yaşanıyor.
Genelde 2000'li yıllarda iyice alıştığımız piyasalar arası ilişki daha farklı idi. Riskten kaçınma eğilimi ön plana çıktığında hisse senetleri ve emtialar geriler, daralan sermaye hareketleri nedeniyle gelişmekte olan ekonomi paraları değer kaybederdi, en güvenli liman olarak görülen gelşimiş ekonomi tahvilleri prim yapar iken özel sektör tahvillerine olan ilgi azalırdı. Risk iştahı arttığında ise bu eğilimlerin yönü değişirdi. Gelişmiş ekonomilerin devlet tahvilleri ile gelişmekte olanların paralarının eşanlı olarak değek kaybettiği bir durum hiç yaşanmamıştı. Bu nedenle son bir haftada yaşanan eğilimler safi kesinlikle normalleşme olamaz. Ancak ne olduğu konusunda farklı senaryolar yazılabilir. Belirsizlik ve kırılganlığın arttığını düşünmek daha tutarlı bir yaklaşım olabilir.
Belli ki siyasi iradeler, merkez bankaları ve diğer düzenleyici kurumlar ile mali sektör arasında ciddi bir görüş ayrılığı var. Bu uzlaşmazlık ve yine buna bağlı olarak gelişen tepkisellik yaklaşan seçimler ile ilgili olabilir. 11 Eylül 2001 tarihindeki terör saldırısı sonrasında mali sektör etkili ve yetkili kesimlerin yönlendirmesi ile hiçbir koşulda olmaması gereken riskleri aldı; bu süreçte söz konusu sektör ile müşterileri ve büyük çoğunluk arasındaki çıkar uyumu iyice bozuldu, çıkar çatışmasına dönüştü. Koşullar ağırlaştıkça bu gerçeği gizlemek zorlaştı. Seçimler sürecinde ve sonrasında, etkili ve yetkili kesimlerin her koşulda mali sektörden yana taraf olmaya devam edememe olasılığı ise güçlenmeye devam etti. Kamunun proaktif olma şansı iyice azalır iken, ne olup bittiğini anlamaya başlayan geniş kesimlere karşı direnci önemli ölçüde azaldı, mali sektör lehine eylemsiz sözlü desteklerin etkileri ise azaldı. Herkesin kendi başının çaresine bakmak zorunda kalacağı günlerin yaklaştığı daha yoğun bir şekilde hissedilir oldu.
Salt gelişmiş ekonomilerde devlet tahvillerinin değer kaybına bakarak risk alma isteğinin azaldığını, sağlam liman olarak bilinen devlat tahvillerinden uzaklaşma eğiliminin güçlendiğini, bunun normalleşme olduğunu iddia edebilirsiniz. Ancak bu süreçte neden sermaye hareketlerinin artmak yerine daaldığını, gelişmekte olan ekonomilerden neden çıkış yaşandığını ve yerel paraların değer kaybettiğini açıklayamazsınız. Eğer merkez bankaları devlet tahvillerindeki satış baskısı ile uyarılıyor ve daha fazla parasal genişlemeye zorlanıyor ise bu kez de enflasyon baskılarının iyice artacağı biliniyor; küresel talep dalgalı bir şekilde daralırken rekabet koşulları da iyice olumsuzlaşacak, istikrarsızlık artacak. Devlet tahvilerinde son alıcının merkez bankaları olmak zorunda olduğu dikkate alınır ise bunun olası sonuçları ve neden gelişmekte olan ekonomi risklerinin azaltıldığı daha iyi anlaşılabilir. Küreselleşmenin yerini sinsice gelişen korumacılığa bırakacağı ve her şeyin dramatik bir şekilde değişmek durumunda kalabileceği tahmin edilebilir. Mali sektör ile geniş kesimler arasındaki çıkar çatışmasını kontrol altında tutmanın başka bir yolunun kalmadığı öngörülebilir.
Gelişmiş ekonomiler eşanlı olarak benzer sorunlar yaşıyor ve benzer tepkiler veriyorlar. Onlara güvenen gelişmekte olan ekonomiler için belirsizlik ve kırılganlık ise artmaya devam ediyor.