Ege Cansen’i anlayabilsek...
Medyadaki değişik kanallar günün 24 saatinde bir şeyler anlatma zorunda. Bu yoğun süreç, anlatımlarda “araç” olan rakamları “amaca” dönüştürüyor. Medyada iletilen malumatın etkileri ve yararları üzerine kamuoyunda, hatta seçkinler düzleminde tartışma ve uzlaşma geleneği olmadığından, zamanın kavrayışı, yarardan çok zarar üreten anlatımları bile popüler hale getirebiliyor.
Ege Cansen, özellikle medyaya yön verenlerin özenle okumaları gereken düşüncelerini DÜNYA Gazetesi’nde paylaştı:
“Ben ölçme üzerine kafa yoran biriyim. Hata yapmayan kıyaslanabilir ölçü almanın adeta imkansız olduğuna inanırım. Onun için milli gelir yüzde 4.3’müş, 4.7 olmuş... Bunlar o kadar da güvenilir rakamlar değildir. Çok da ciddiye almamak gerekir. Hele hele 4’ten sonraki 1 miydi, 2 miydi gibi sözler bilimsellikten uzaklaşmak demektir. Bir fizikçi vardır, adını hatırlayamadım: "Tabiatta, fizikte olmayan hassasiyeti matematikle ifade etmek bilimsellikten uzaklaşmaktır’ der. Milli gelir ölçmeye çalışıyoruz. Yüzde ne kadar arttı, ölçmek çok da zor. Çünkü aynı kompozisyon devam etmiyor. Tabiatın kendisinde böyle bir şey yokken, hassas ölçülmüş gibi rakamlar söylemek bilimsellikten uzaklaşmaktır. Hatta şarlatanlıktır diyebilirim.”
Daha önce Rene Thom’a gönderme yaparak, rakamlara abanmanın “entelektüel korkaklık” olduğunu anlatmaya çalışmıştım.
Jack Welch’ı tanık göstererek, rakamlara abanan anlatımların sakıncalarına değinmiştim. Verilerin derleniş yöntemi, serilerin oluşturulma biçimi, bileşenlerin ayrıntıları, bağlamların etkileri, karşılaştırmalarda eşdeğer koşullar olmasının özeni olmadan rakamlara abanan sunuşlarının insanların zihninde yarattığı muğlaklığın “kitle enerjisini” israf edici yönlerini tartışmıştım.
Oysa söyleyecek sözü olduğunu düşünen, iyi niyetlerine de en küçük kuşkunun gölgesinin düşmesini istemediğim birçok insan, ne kadar rafine kavramlarla anlatırsanız anlatın, “nitelik analizlerini”; metot ve tutarlıkları kuşkulu olsa da birkaç “rakamsal veriyle” cilalamazsanız, sözlerinizi ciddiye almıyor.
Nasıl ki Stephen Hawking, ünlü kitabı Zamanın Kısa Tarihi’nde yayıncının tavsiyesine uyarak tek bir formül kullanmışsa, Kissinger’da The Wall Street Journal’deki makalesinde, bir dizi rakamı, rafine edilmemiş veriyi, bilgiye dönüşmemiş enformasyonu kullanmadan çağımızın önemli bir sorununu şu cümlelerle açıklıyor:
“Uluslararası ekonomi ve onu sözümona idare eden siyasi kurumlar arasında yaşanan çatışma da dünya düzeni için gerekli olan bir ortak hedef anlayışını zayıfl atıyor. Ekonomik sistem küresel hale geldi, fakat dünyanın siyasi yapısı hâlâ ulus-devlet temelli olmaya devam ediyor. Özünde ekonomik küreselleşme ulusal sınırları görmezden geliyor. Dış politika ise çatışan ulusal hedefl eri veya dünya düzeni ideallerini uzlaştırmaya çalıştığı zaman bile onları yeniden konsolide ediyor. Bu dinamik, on yıllarca devam eden istikrarlı fakat giderek daha şiddetlenen peryodik finansal krizlerle bölünen bir ekonomik büyüme yarattı: 1980’lerde Latin Amerika’da; 1997’de Asya’da; 1998’de Rusya’da; 2001 ve 2007’de ABD’de ve 2010’da Avrupa’da.”
Ekonomdeki krizlerin oluşumunda, aşırı değerlendirilmiş rakamsal anlatımların etkilerini de analiz etmeliyiz. Uluslararası kuralları ve normları küresel değer haline dönüştürerek; uluslararası kurumların rasyonel otorite olmasını sağlayarak, gereksiz çatışmalarla insan ve sermaye kaynaklarını israf etmemek gerekiyor. Küreselleşmenin yeni yapısına uygun kurumları oluşturmanın etkin yolu, düşünce geliştiren analizlere dayalı bir söylem oluşturmaktır. Etkin söylemler geliştirebilmek için, Ege Cansen’in dediği gibi, rakam kullanalım ama, açıklarını ve boşluklarını muhatabıyla paylaşmak koşuluyla.
Dünya değişirken, yeni bakış açıları, yeni kurumların tasarlanmasının zorunluluğu ortadayken, rakamla anlatıma abananlar, yaptıkları işin verimini sorgulamalı. Çabaları, krizleri yaratan “açgözlülük ve sorumsuzlukları” geriletmede etkili oluyor mu? “Ödünsüz gözetim ve denetimleri” öne çıkaran, haksız ve adaletsiz uygulamaları önleyen mekanizmalara katkı yapıyor mu?
İnovasyonun temelini oluşturan “aklını hiçbir inanca, ideolojiye, yerleşik doğruya emanet etmeyen özgür insanların” çoğalmasına yardımcı oluyor mu? Daha önemlisi “farklı seçimleri olan ve gelecek inşa etme iddiası taşıyan liderler” yetiştirilmesinin önünü açıyor mu? “Sloganları ciddi fikirlerin yerine koyan şark kurnazlıklarını” geriletiyor mu? Kendini güçlü sananların “kibir ve üstünlük inançlarını” kırabiliyor mu? Daha da önemlisi, Ege Cansen ‘in ve Kissenger’ın sözleri gibi, şapkayı önümüze koyup derin düşüncelere dalmamıza ve kalıcı düşünceler geliştirebilmemize yardımcı oluyor mu?
Ege Cansen'i anlayabilirsek, rakam fetişizminin peşine takılarak, verimi düşük anlatımların tuzaklarından uzaklaşabiliriz.