Edilgenlik kader değil
Zaman geçtikçe kendimi dinleme isteğimin azaldığını hissediyorum, sebebi de eskiden tükenmez gibi görünen ve iyimserlik aşılayan pozitif enerji kaynağının sık sık arızalanması. Nasıl olmasın ki yıllardır bol laf, toplantı ve şov ürettiğimiz halde bunların pek azını uygulamaya aktarıyor, hayata geçiriyoruz. Dünyada her şey baş döndürücü bir hızla değişirken, biz hâlâ babadan kalma yöntemlerle üretmeye çalışıyor, tıkanınca da ya daha fazla teşvik, ya da rant arayışına giriyoruz. Şimdilerde de inovasyon söyleminde neredeyse dünya liderleri arasına girerken hayata geçirdiğimiz inovasyon örnekleri bulmakta zorlanıyoruz. Gelişmiş ülkeler Ar-Ge'ye, rekabetçi etkinliğe ve teknolojiye odaklanarak marka oluştururken biz hâlâ en önemli marka kaynağını arazi değeri sayma aşamasındayız. Rekabet gücümüzün en önemli bileşeni tartışılmaz bir şekilde genç nüfusumuz iken her açıdan sorunlu olan eğitim sisteminde köklü bir reform iradesini bir türlü ortaya koyamıyoruz.
2015’te de bekle gör
Sonuç olarak refah ve büyüme beklentilerimizi tümüyle kontrolümüz altında olmayan dışsal faktörlere endekslemiş durumdayız. Dışarıda bizden bağımsız gelişen koşullar olumluysa ne ala, biz de ondan yararlanıp büyüyoruz, değilse de ne çare diye yavaşlıyoruz. 2001'den sonraki altı yılda kendi kontrolümüz altındaki faktörlere ilişkin kararlı tutumu, yani bankacılık sistemi, kamu maliyesi ve AB'ne uyum alanlarındaki reformları ile Türkiye, ortalama büyüme oranının üstünde bir ekonomik performansa ulaşarak bu gerçeği somut bir şekilde test etmesine karşın daha sonra reform iştahını yitirip döndüğü alışılmış edilgenliğinden sıyrılacak gibi görünmüyor.
İşte şimdi de 2015 yılına dış finansmandan ihracata bütün belirleyici değişkenlerde tümüyle dışarıya bağımlı olarak giriyoruz. Ne ihtiyaç duyduğumuz finansmanın ne kadarını hangi maliyette bulacağımız, ne de ihracat pazarlarımızdaki büyüme ya da yavaşlama konusunda bekleyip görmekten başka yapacak şeyimiz yok. Şanslıyız ki bu defa da enerji maliyetlerindeki sürpriz düşüş imdadımıza yetişti. Ancak unutmamalı, küresel enerji dinamikleri çok boyutlu, karmaşık ve nihai sonuçları şimdiden kestirilemeyecek bir süreci biçimlendiriyor. Yapabileceğimiz, toplu sonucu bize olumlu yansıyacak bir fiyat düzeyinin kalıcı olmasını temenni etmekten ibaret. Üstelik bu alanda az da olsa kendi kontrolümüzü arttıracak konularda, sözgelişi alternatif enerji kaynakları ve enerji tasarrufunda yeterli mesafe de almış değiliz. Öyle olsaydı hiç değilse kısmen kendi geleceğimizi belirleme şansına sahip olabilirdik.
Bağımlılık yerine bütünleşme
Aslında küresel koşullara fazla bağımlı olmak, Türkiye gibi doğal kaynakları ve iç tasarrufları yetersiz bir ülke için kötü bir şey değil. Yeter ki küresel standartlarla ve dinamiklerle de uyum sağlayabilelim, başka bir deyişle küresel ekonomiyle bütünleşmeyi sağlayalım.
Üstelik süratle değişen dünya dengelerinde buna imkan verecek yeterince fırsat da çıkıyor. Enerji piyasalarındaki durum da bunun yeni bir örneği. Ama biz mutfağımızı düzeltemediğimiz için genellikle fırsatlardan asgari düzeyde yararlanıyoruz. İnsan kaynağımızın kalitesini, verimlilik düzeyini, üretimdeki katma değerimizi ve tasarruflarımızı arttırabilsek küresel koşullardaki olumlu gelişmeler sadece ayakta kalmamızı değil, sıçrama yapmamızı bile sağlayabilir.
Oysa işte görüyoruz, uluslararası kuruluşların Türkiye ile ilgili değerlendirme raporlarının tümü yeni yıl için de Türkiye'nin yüksek enflasyon ve cari açık ile düşük büyüme arasına sıkışmış asimetrik görünümünü kırılgan ve riskli buluyor ve sürdürülebilirliğini kuşkulu buluyor. Kaldı ki bu tabloya son zamanlarda jeopolitik (bölgesel) riskler de eklenmiş bulunuyor ki bu, işimizin zorluk derecesini arttırıyor. Yine de kararlı olursak tabloyu değiştirmeye her an başlayabiliriz. Sözgelişi nüfusumuzun bize sağladığı ciddi bir avantaj olan G-20 üyeliğini zaman içinde sürdürebilmemiz bile bir an önce gündemimizi değiştirmemizi ve yapısal direncimizi arttırmamızı gerektiriyor. Önümüzdeki yıl dönem başkanlığını verimli bir şekilde yürütmek için de bir yaklaşım değişikliği zorunlu. En azından küresel sistemden kopmadan onun bir parçası, hatta etkin bir parçası olabileceğimizi gösterebiliriz.
Küresel değişim fırsattır
Dünyadaki değişimin hız kazanmasının bizim için yararlı bir yani da geçmişteki performans ve başarıların artık gelecekteki konumlar için bir güvence olmaması. Özellikle sermaye birikiminin ve üretim tesislerinin eski ağırlığını yitirmesi, inovasyonun ve bilgi teknolojilerinin çok daha öne çıkması geride kalmış ülkelerin aradaki mesafeyi daha çabuk kat etmesine imkan verebilir. Tabii ki bunun koşullarını yerine getirmek, bütün toplumu kapsayan bir üretim ve yaratıcılık kültürüne yol açmak şartıyla.
Zaman zaman ekonomide bir zafiyet olarak görülen aile şirketi hakimiyeti bile, eski ve yeni kuşakların bir arada çalışıp inovasyon için bir sinerji yaratması açısından doğal bir kaldıraç
işlevi yüklenebilir. Türkiye gibi bir yandan büyümek, bir yandan çelişkilerini yönetmek zorunda olan ülkelerde mevcut potansiyelden özgün modeller üretmek bile mümkün. Her alanda edilgen olmak zorunda değiliz.