ECB, bu sefer de euroyu kurtarabilir mi?
Bu hafta (14 Eylül) ECB (Avrupa Merkez Bankası) nin faiz kararını karşılayacağız ki gerek Avrupa ekonomisinin resesyona doğru giden yapısı gerekse de euro’nun dolar karşısındaki pozisyonu tıpkı 2012’de olduğu gibi yine yeniden kritik bir seviyede olduğundan kararın önemi büyük.
Euro/dolar paritesi son üç ayın en düşük seviyesinde ve temmuzun ortasından bu yana görülen kayıp, yüzde 5’e yakın. ABD’de son gelen tarım dışı istihdam verisi her ne kadar işsizlikte yüzde 3,8’e doğru hafif bir yükselme kaydetmiş olsa da yine de Fed’in uzun süre faizleri yüksek bırakacağı yönündeki tezi güçlendiriyor.
Diğer taraftan bu hafta gelecek ABD enflasyon verisi de 19-20 eylül tarihlerinde yapılacak toplantıda ana belirleyici olacak. Fed’in yumuşak iniş ihtimali her ne kadar şimdiye kadarki durumu özetlese de yine de kasımda bir artış daha yapma olasılığı var ve bu durum da ekonomisi giderek zayıflayan Avrupa’nın rezerv parası üzerinde her daim bir baskı unsuru yaratmaya devam edecektir.
Euro resmi olarak tedavüle girdiği 1999 yılından bu yana ABD’nin dolar basarak bertaraf edebildiği her türlü riski bünyesinde taşımaktadır. Çok fazla değil bundan 11 yıl kadar önce o zamanın merkez bankası başkanı tarihi bir konuşma yapar ve Almanya’ya rağmen tüm borçlu üye ülkelerin riskini de yüklenerek, euro’yu bir anlamda kurtarır.
Euro’yu kurtaran Mario Draghi, “ne gerekiyorsa” demiştir ve gerekenler o zamanki güçlü ülkelerin zayıf ülke risklerini meşhur tahvil alım programlarıyla üstlenmesiyle halledilir. Ancak AMB’a duyulan güven de bir daha yükselmemek üzere dip yapacaktır.(Eurobarometer sonuçları)
Şimdiki durum ise çok daha karmaşık
Bu defa AB’nin en güçlü ülkesi olarak bilinen Almanya’nın durumu ciddi bir resesyonu gerektiriyor üstelik ülke üzerindeki riskler bununla da bitmiyor. Bir süredir ABD ile süregelen sübvansiyon savaşları artık birlikte hareket eden küresel dünya anlayışından farklı olarak ayrışma ve kıyasıya rekabeti de beraberinde getiriyor. Daha çok Almanya’yı ilgilendiren ancak büyük ölçüde Avrupa’yı da çevreleyen risklere bakılacak olursa; ABD ile dış yatırımlar bağlamında kıyasıya olsa da tatlı bir biçimde süregelen rekabet, Rusya’ya gelince son derece acı bir yeni bağımlılık reçetesi ortaya koyuyor ki onun da adı Asya’nın LNG’si…
Bunun da başlığı manşet enflasyona katkı olarak değerlendirilebilir; Geçtiğimiz haftalarda Avustralya’nın Chevron firmasında görülen kısmi grev bile gaz fiyatlarının yüzde 11,8 düzeyinde artışını beraberinde getirdi. Petrol, OPEC +’nın artık ABD’ye rağmen üretim kısıtlarıyla yeni bir edalı yükselişte ki yükselen manşet enflasyon ve hediyesi faizlere yönelik, bu pilav daha çok su kaldırır diyebiliriz… Bir diğer konu Çin meselesi, yine Avrupa bu konuda ABD kadar konfor alanına sahip değil zira özellikle Almanya bazında çok daha fazla maruz kalındığı söylenebilir.
Ayrıca her ne kadar Çin’den gelen bir haber akışıyla bir çırpıda hisseleri etkilenecek Apple gibi İddialı teknolojik markaları olmasa da süregelen yatırımları büyük hasar alma riskiyle karşı karşıya.
İkinci büyük ekonomi Fransa’nın ise daha çok Afrika’da güç kaybetme ve BRICS ülkelerine yanaşma konusunda ABD ile zaman zaman karşı karşıya kalmasını gerektiren sümen altı edilecek cinsten riskleri mevcut zira belli lüks markalarını satabilmek için Çin hala en iyi pazar olma özelliğini sürdürüyor… Almanya’ya geri dönecek olursam; ABD gibi bir istihdam zenginliği de yok ki göçmen yasasını bile güncellemek zorunda kalıyor…
Euro bölgesindeki en zayıf ülke olan Yunanistan ise tam treni kaçırmak üzereyken, bir kredi derecelendirme kuruluşu tarafından neyse ki bu yıl kutsandı lakin diğerlerinin toplamıyla hala eskisinden zayıf bir Avrupa var!
AMB Başkanı Christine Lagarde son konuşmasında enflasyonun çok yüksek olduğunu ve enflasyonla mücadelede kararlı oldukları mesajını vermişti. Ancak yine de sözlü yönlendirme konusunda yeterince başarılı olmadığı dış basında eleştiri konusu. Piyasanın faiz beklentisi ise yüzde 64 düzeyinde sabit kalacağı yönünde. Tüm bunları alt alta topladığımızda ortaya çıkan manzara, Avrupa ekonomisinin resesyon da değil, stagflasyona doğru sürüklendiğidir. Bu aşamada dolar her zamanki gibi güvenli liman olmaya devam ederken, arkasında bırakacağı hasar da büyük olacak…