Ebeveyn mirası: Yük mü, hazine mi?

Serbest Kürsü
Serbest Kürsü

Murat Karcıoğlu

Hepimiz, birer çocuk olarak başladık yaşam yolculuğuna ve şimdi kimimiz ebeveyn olarak bu yolculuğu sürdürüyoruz. Bu döngü, adeta bir aile mirası gibi. Peki, bu mirası nasıl yönetiyoruz? Ebeveyn olmak, sadece bir nesli diğerine bağlamak mı, yoksa daha fazlası mı? Hiçbirimiz kendi geçmişimizden tam olarak bağımsız sayılmayız değil mi?

Yaşadığımız her şey, karakterimizi şekillendirirken bilinçaltımıza da kazınır. Bu izler, kendi çocuklarımızı yetiştirirken farkında olmadan onlara yansıyabilir. İçimizdeki bu "uyuyan çocuk" bazen incinmiş, kırılmıştır ve bu yaralar, kendi çocuklarımızın dünyasında kendini gösterme yolunu arar.

Bilimsel olarak da ebeveynleşme süreci, bizi biz yapan çok katmanlı bir yapıyı içerir. İlk olarak bağlanma stilleri geliyor aklıma. Bağlanma teorisi, John Bowlby tarafından geliştirildi ve Mary Ainsworth'ün "Yabancı Durum" çalışmasıyla daha da derinleşti. Güvenli, kaygılı, kaçınan ve karmakarışık olmak üzere dört ana bağlanma stilimiz var ve tahmin edin, bu stiller çocukluktan yetişkinliğe kadar bizimle. Ebeveynler olarak kendi bağlanma stillerimiz, çocuklarımıza nasıl yaklaştığımızı büyük ölçüde belirler.

Bir yandan ebeveynlik stillerini de unutmamak gerek. Diana Baumrind'in çalışmalarıyla öne çıkan bu stiller; otoriter, otoritatif, izin verici ve ihmal edici olarak sınıflandırılıyor. Her stilin çocuklar üzerindeki etkisi farklı. Mesela otoritatif ebeveynlik stilini benimseyenler hem sınır koyan hem de çocuklarına sevgi gösteren ebeveynlerdir ve bu yaklaşımın çocuklar üzerinde en olumlu etkiye sahip olduğu gösterilmiştir.

Çocuğumuz yara bandımız olmasın

Ebeveyn olarak karşılaştığımız en büyük tuzağın, çocuklarımızı kendi hayal kırıklıklarımızın birer devamı olarak görmek olduğunu düşünüyorum. Bu, onlara kendi başarılarımızı yaşatma ya da başarısızlıklarımızı onlar üzerinden telafi etme girişiminden kaynaklanabilir. Fakat unutmayalım ki çocuklarımız bizim ikinci şansımız değil, onların kendi ilk şanslarıdır.

Çocuklarımızın özgürlüklerini ve özgüvenlerini en çok kısıtlayan davranışımız, onlara kendi başaramadıklarımızı başarmalarını umut etmek veya kendi başarılarımızı tekrarlamalarını beklemektir. Kendimize şu soruları sormalıyız:

- Çocuğumun kararlarında, kendi hayatımdan hangi senaryoların tekrar ettiğini fark ediyorum ve bu benim için ne anlama geliyor?

- Çocuğumun özgürce ifade ettiği tutkuları ve ilgileri karşısında hissettiğim direnç, kendi yaşanmamış hayallerimden mi kaynaklanıyor?

- Çocuğumun hedeflerine ulaşmasında ona destek olurken kendi geçmişimdeki başarısızlıkları telafi etmeye çalışıyor olabilir miyim? 

- Çocuğuma nasıl bir örnek oluyorum ve bu durum Çocuğumun kendi özgün yollarını keşfetmesine nasıl bir zemin hazırlıyor?

- Çocuğumla ilişkimde, kendi ebeveynlerimden öğrendiğim davranış kalıplarını tekrar ediyor muyum ve bu kalıplar şu anki ilişkimiz için sağlıklı mı?

Neden beklentilerimizi yeniden şekillendirmeyi ve kendi geçmişimizin ağır gölgelerini çocuklarımızın üzerinden çekmeyi düşünmüyoruz. Onlara kendi hikayelerini yazma özgürlüğünü verelim. Bu ebeveynliğin en değerli hediyesidir. Ebeveynlik, geçmişin mirasını sevgi ve bilinçle geleceğe taşıma sanatıdır, böylece her nesil kendi benzersiz izini bırakabilir ya da kendi hikâyesini yazabilir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar