Ebedi dostluk mu?
Katarlı yatırımcılar bu yılın ilk beş ayında Türkiye borsasından 4.6 milyar TL’ye (790 milyon dolar) ulaşan yüksek miktarda çıkış yaptı. Sözü edilen para kaçışı, ABD ve bölgesel ortakları Suudi Arabistan ve BAE’ye karşı koymak için bir araya gelen, aynı jeostratejik sayfada görünen iki ülkenin dost sıkı dost göründükleri bir dönemde gerçekleşti. Uzun vadeli stratejik ilişkiler artık geçmişte kalmış gibi görünüyor. Onun yerine, ulusların sürekli bir belirsizlik ve güvensizlik atmosferi içinde ilişkilerini sürekli yeniden şekillendirdiği 'dosya bazında' (transactional) diye nitelendirilen ilişkilere tanıklık ediyoruz. Ve dünya bu gelişmelerden dolayı sancı çekiyor.
Türkiye'den çıkan para miktarı büyük. Bu, Türk-Katar ilişkisinde daha ciddi sorunların varlığına mı işaret ediyor?
Salt piyasa hareketlerine bakarak iki ülke arasındaki ilişkilerin genel durumuna ilişkin bir yargıya varmak her zaman kolay değildir. Katarlıların neden Türkiye pazarından bu kadar önemli miktarda para çektiklerini bilmiyoruz. Ancak benim anladığım kadarıyla Katarlı işadamları genellikle hükümetlerinden aldıkları tavsiyelerden etkileniyor. Bu yüzden, Türkiye ekonomisinin dünyaya ilgilenilmesi gereken bir pazar olduğunu göstermenin yollarını aradığı bir zamanda, yakın müttefik olarak algılanan bir ülkenin büyük miktarlarda para çekmesi şaşırtıcı bir gelişmedir.
Türkiye'nin Katar'a neden bu kadar güven duyduğu konusuna geri dönelim. Bu süreç, Arap Baharı'nın başlangıcından sonra, özellikle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere Körfezi'ndeki muhafazakar rejimlerin, Müslüman Kardeşler'in giderek artan nüfuzundan hoşnut olmadığı bir dönemde başladı. Bu ülkeler kalkışmaları karşı çıktılar çünkü Müslüman Kardeşler tipi hareketlerin genellikle toplumun alt sınıflarından destek aldığını ve bu nedenle yayılmaları halinde, kendileri için önemli zorluklar yaratacağından endişe ediyorlardı. Ennetice, Suudiler ve BAE, Müslüman Kardeşler ile mücadele eden hareketlere destek vermeye karar verdiler. Bu tutum, İhvan’ı sosyal ve ekonomik değişim yönünde olumlu bir güç olarak değerlendiren Türkiye'nin politikalarına tamamen aykırıydı.
Katar da, Türkiye gibi, Müslüman Kardeşler’e daha olumlu yaklaşıyor, uzlaşmaya çalışmanın dışlamaktan daha şayan olduğunu düşünüyordu. İlaveten, İran ile ortak petrol ve doğal gaz üretim alanlarına sahip olduğu için, İran rejimiyle işbirliğine daha yatkın bir duruş sergilemeyi tercih ediyordu. Bu iki siyasa Türkiye'nin de benimsediği çizgideydi. Bu nedenlerle, Katar rejimi Suudi Arabistan ve BAE tarafından tehdit edildiğinde, Türkiye yardıma koştu.
Şimdi sorulması gereken soru şudur: Bu durum, Türkiye veya Katar'ın dış politikalarında temel bir değişikliğe mi işaret ediyordu, yoksa sadece o an için geçerli olan koşullardan kaynaklanan - yani dosya bazında ve ancak bu durum devam ettiği sürece geçerliliğini koruyacak- bir durum muydu? Bu ikincisi bana daha muhtemel görünüyor.
Katar hala ABD ile çok yakın bağlantısı olan bir ülkedir. Türkiye'nin, Katar’dan Amerikan egemenliğine meydan okumasını isteyebilecek bir konumda olup olmadığı yanıtı bilinmeyen bir soru değildir; yanıt bellidir ve “hayır”dır. Bu nedenle, Türkiye ile Katar arasındaki ilişkiyi 'dosya bazında' tanımlamak doğru olur. Belki Türkiye bunun daha stratejik nitelik kazanacağını ummuştu. Katar'da bir Türk üssü kurulmasının ve Katar askerini eğitmesinin gerekçesi bu olabilir. Ancak tüm göstergeler, Amerikan ve Avrupa çıkarlarına aykırı bulunması durumunda, koşulların Türkiye’nin orada kalıcı bir varlık göstermesine imkan vermeyebileceğine işaret ediyor.
Katar örneği, bize Türk dış politikasının halihazırdaki seyrine ilişkin daha genel değerlendirmeler yapma imkanı veriyor mu?
Bu konuyla bağlantılı iki gelişmeye dikkat çekmek isterim. İlkin, İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulan dünya düzeninin bazı zorluklarla karşı karşıya bulunduğudur ki bu konuyu daha önceki mülakatlarımızda da ele aldık. Her ülke değişen jeopolitik gerçeklere uyum sağlama yollarını arıyor. Örneğin, ABD’nin Avrupa’yı savunma taahhüdüne ne derecede bağlı olduğu belli değil. AB üyeleri Rusya ile ilişkileri birbirinden farklı biçimde değerlendiriyorlar. Her alanda belirsizlikler var. İkinci olarak, Türkiye'nin eski stratejik ortakları ilişkileri, bizzat ortakların uyguladıkları politikalarla giderek daha çok zedeleniyor. Türkiye’nin kendisi de stratejik ilişkilerini baltalamakta ve 'dosya bazında' hareket etmeyi benimsemekte tereddüt etmiyor. Bu ilişkilerin yerini henüz başka stratejik ilişkiler de almış değil. Belirsizlik ortamlarında, tüm ilişkiler dosya bazına doğru kayma temayülü gösterir. Belki de dünya sistemi dönüşüme uğrarken, bütün bunların yaşanıyor olması tabiidir.
Jeopolitik açıdan bakıldığında, dosya bazında ilişkilerinin tehlikeleri nelerdir?
Somut olaylara bakalım. Mesela Türkiye, Suriye’de Esad’dan kurtulma politikası yürüttü. Bu, Rus politikasına aykırı, Amerikan politikasıyla ise uyumlu. Fakat Amerikan politikası, Türkiye'nin şiddetle karşı çıktığı YPG'yi destekliyor. Dahası, şu sıralarda Amerikalıların ve Rusların, Suriye’de içinde Esad'ın da yer aldığı bir barış planı üzerinde anlaşmaları ihtimalinin olduğu anlaşılıyor ki, bu formül Türk hükümetinin politikasıyla tamamen çelişmektedir.
Öyle görünüyor ki ortak stratejik hedefler rafa kalkmış durumda ve herkes kendi dar çıkarını elde etmenin peşinde…
S400 anlaşmasına bakalım: Türkiye Rusya ile ilişkileri dosya bazında olmakla beraber, S400'ü satın almakta ısrarla kendisini köşeye sıkıştırmış bulunuyor. Türkiye’nin NATO’daki ortakları - sadece ABD değil - satın almaya karşı çıkıyor. Bunun sonucunda, Türkiye’nin NATO’yla olan stratejik ilişkisi zayıflayıp daha ziyade dosya bazında nitelik gösteren bir seviyeye inebilir. Buna karşılık, Türkiye'nin Rusya ile kapsamlı bir stratejik ilişki geliştirebileceğinin şüpheli olması yanında, böyle bir tercihin Türkiye için doğru olup olmayacağı da tartışmaya açıktır.
Kısacası, dosya bazında ilişkiler yaygınlaşıyormuş gibi görünüyor. Bu nasıl bir dünyaya yol açacak?
Temel düzenin bozulduğu ve çoğu ilişkinin dosya bazlı yürütüldüğü bir dünyaya dönülürse, istikrarın sağlanması çok zorlaşır. İstikrarsızlık derken, şurada burada silahlı çatışmaların patlak verme ihtimalinin artarak kimsenin planlamadığı veya istemediği sonuçlara yol açması türü gelişmelerden söz ediyoruz. Böylesi son derece tehlikeli ve öngörülemez bir dünya olur.