Duvar çok sağlam olmasa bari

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ [email protected]

Bir duvar var orada, her geçen gün adım adım yaklaştığımız. Görüyoruz duvarı, en azından hissediyoruz ve tüm hızımızla o duvara doğru yol alıyoruz. Temennimiz, çarptığımızda bizim değil duvarın daha fazla zarar görmesi. 

Bu engel, aslında bir kağıt, karton ya da kontrplak, hadi en fazla ince bir duvar olsa ne iyi olacak. Çarptığımızda biz sağımızı solumuzu kırmasak, başımız gözümüz yarılmasa da, duvar hasar görse... Morarsa biraz çarptığımız yerlerimiz, ona bile dünden razıyız...

***
Türkçede, her ne kadar birbiriyle taban tabana zıt olanları bulunsa da güzel sözler var. "Balık baştan kokar" gibi, "Balık kokarsa tuzlarsın, ya tuz kokarsa" gibi...

Türkiye'de hukuk düzeninin iyi işlediğine olan inanç günden güne zayıflıyor. Bunda devleti yönetenlerin hiç sorumluluğu yok denilebilir mi? Hatta temel sorumluluk onların değil mi? Herkes kendinden bir basamak yukarıda olana bakıyor ve "O kurallara uymuyorsa, ben niye uyayım" diye yaklaşıyor. 

Sonra da çiviler teker teker yerinden çıkıyor işte. Toplumda düzeni sağlayan, kaynağı ne olursa olsun, hukuk. Herkesin aynı kurallara bağlı olmasını sağlayan mevzuat bütünü. Ama bu kurallar bir kişi ya da gruba başka, bir diğerine başka uygulanmaya başladı mı, herkes kendi hukukunu kendisi oluşturma çabası içine giriyor. Artık, gücü gücü yetene durumu başlamıştır.

***
Seçimin üstünden bir ay geçti, nihayet koalisyon görüşmelerine geçiliyor. Hükümet olmak, ülkeyi idare etmek için siyasetçiler bir araya gelmeye çalışacaklar. Ama bir sorunumuz var. Türkiye, çeşitli şekillerde birkaç türlü bölünmüş durumda.

Birincisi; Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yanında olanlar ve karşısında duranlar olarak ikiye bölünmüşlük söz konusu.

İkincisi; büyük ölçüde ilk etkene bağlı olarak AKP'yi koşulsuz destekleyenler ve gerekçe gösteremese de karşı çıkanlar var. 

Üçüncüsü; dindar-dinsiz ayrımından kendini bir türlü kurtaramayıp, hala bazı partileri dinsiz diye ayrı tutmaya çalışanlar hiç de az değil.

Dördüncüsü; milletin oyuyla Meclise gelen bir parti, yine kendisi gibi milletin oyuyla Meclise gelen bir başka partiyi yok saymaktan vazgeçmiyor. 

Beşincisi, altıncısı, yedincisi... 

"O vatan haini, ben vatanseverim... Onlar dinsiz imansız, biz dininde imanında insanlarız... Onlar kurallara uymaz yere tükürür, buralarda yaşamaya hakkı yok; biz dürüst insanlarız, kurallara bağlıyız... Onlar iki ayyaşın peşinde giderler, reklam arası sona erdi, artık ecdadımızın kemikleri sızlamayacak; bunlar Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucularına her gün hakaret ediyor, hem de devletin televizyonunda, bu ne aymazlık..."

Listeyi uzatın uzatabildiğiniz kadar. Şimdi, böylesine dilim dilim olmuş bir toplum, tepede nasıl olacak da bir araya getirilebilecek, partiler nasıl olacak da uzlaşma sağlayabilecek ve hükümet kurabilecek...

Varsayınız ki taraflar kırmızı çizgilerini pembe yaptılar ve uzlaştılar. Acaba, bu hükümetin uyum içinde çalışabilmesi için gerekli olan Cumhurbaşkanı ile uyum, nasıl sağlanacak? Hadi hükümet atandı, bakanlar kurulu oluştu, ya bürokraside istenen değişiklikler, onlar yapılabilecek mi? Zor, çok zor... 

***
Ekonomide ve başka bir dizi alanda kafamız karışık, ne yapacağımızı bilemez durumdayız adeta. Ekonomiye ilişkin temel yanılgımız, ne yazık ki "araç" olan kavramları "amaç" gibi görmek. Dövizin ve faizin aslında ekonomik işleyiş açısından birer araç olduğu gerçeğini göz ardı ediyoruz. Ekonomide döviz ve faizin belli düzeyde oluşması amaç değil ki, araç. Amaç, üretimi yani milli hasılayı belli bir düzeyde tutabilmek ve istikrarlı bir şekilde artırabilmek. Yani refah. Ama biz ne yapıyoruz; sabah akşam doları, faizi ve hele hele pek de önemi olmamasına rağmen borsayı konuşuyoruz.

Türkiye'de istihdamın çok önemli bir bölümünü sağlayan, yine ihracatta çok büyük bir payı olan KOBİ'ler ne yapıyor, sorunları nedir, bu sorunlar nasıl aşılır, üstünde kafa yoran bile yok.

Acaba, başlayan koalisyon görüşmelerinde bu detaylara inme fırsatı bulunabilecek mi; ne gezer. O görüşmelerde büyük siyaset yapılacak, "vatan kurtarılacak", vatandaş ölürken!

KOBİ'ler "can suyu" diye kıvranırken, Karadeniz yaylalarının can suyunu kesecek adımlar atılacak; demek ki hala öldürülecek bir yerler kalmış.

Dedik ya, kafamız karışık ya da birileri karışsın istiyor. Çin'i protesto etmeyi, haritada yerini gösterecek durumda olmadığımız Uygur Türkleri gündeme gelince hatırlıyoruz, her gün evimize bir Çin ürününü alırken değil. Ve önümüze gelen her çekik gözlüyü Çinli diye tartaklamaya kadar vardırıyoruz barbarlığı. Ülkemizde, hem de polis, gencecik insanlara kıyarken sesimiz çıkmıyor, sonra binlerce kilometre ötedeki bazı insanlar için karalar bağlıyoruz. Kimimiz ırk temelinde yapıyor bunu, kimimiz inanç temelinde; al birini vur öbürüne!

Artık sayısını bile tam bilmiyoruz, 200 bin mi, 300 bin mi öğretmen atama bekliyor, neresi olursa olsun, diye; anne babasının yüzüne bakamıyor gençler, gözü yaşlı, boynu bükük. Üniversite mezunu 600 bin kişi işsiz geziyor toplamda, kılımız kıpırdamıyor. 

Başkent'in sokaklarını park parası yüzünden mafya parsellemiş, bir kişi ölünce aklımız başımıza geliyor, ama o cadde ve sokaklar öylesine kirlendi ki, temizlemek pek kolay olmayacak. Mahkeme kararları mı, mahkeme de ne ki?

Üçüncü sayfa haberlerinde hiç eksik olmuyor, "Ruhsatsız tabancasıyla vurdu" ifadeleri. Sahi hiç düşünen var mı, nasıl olmuş da bu ruhsatsız tabanca edinme böylesine kolaylaşmış ve nasıl olmuş da insanlar bu tabancaları böylesine pervasızca taşıyabiliyor? Asayiş hizmetleri mi dediniz, o da ne ki?

Hani merak bu ya, 7 Haziran'dan önce, "Seçim sonuna kadar trafik cezası kesilmeyecek" diye talimat veren vali olmuş mudur? Yoktur değil mi böyle bir talimat, Türkiye Cumhuriyeti'nin hangi valisi suç işler ki?

Bunlar "çerez" gibi gördüğümüz sorunlar. 3 milyona yaklaşan Suriyeli mültecileri, güney sınırımızda olan biteni, erken seçime gidersek ekonomide başımıza gelecekleri şimdilik bir kenara koyalım.

***
Duvar karşımızda uzanıyor. Ne sağından solundan dolaşabiliriz, ne üstünden atlayabiliriz. Ya yavaşlar çarpmanın şiddetini hafifletiriz, ya sert bir kayaya çarpmışçasına darmadağın oluruz. Ayağımızı gazdan çekmeye de şimdilik hiç niyetli görünmüyoruz. Belki yolcuların bir kısmı panikte de, sürücü pek gözü kara... 
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar