Durmuş Yılmaz'ı dinlerken
Merkez Bankası Eski Başkanı Durmuş Yılmaz'ın çok değişik ortamlardaki değerlendirmelerini uzun süredir ilgiyle izleyenler arasındayım. Orhangazi Sanayi ve Ticaret Odası'nın düzenlediği iş insanlarını bilgilendirme toplantısında yaptığı son değerlendirmeyi de izledim.
Ege Cansen' in anlatımıyla, müşteriye hep aynı şeyleri satan "medya esnafı" durumuna düşmemek için, Yılmaz'ın değerlendirmesinde çarpıcı rakamlar ve teknik açıklamalardan çok iç ve dış dinamiklere ilişkin analizleri saptamaya çabaladım.
Ne konuşulduğundan çok, nelerin konuşulduğu daha önemli. Gelecek inşa etme kaygımız varsa, güncel ve popüler olanı değil, temel dinamikleri tartışılmalıyız…
Deneyimli insanlarımızdan biri olan Durmuş Yılmaz'ın kapsamlı değerlendirmesinden cımbızladığım, okuyucu ile paylaştığım genellemelerin sorumluluğu bana ait. Algıladığımı aktarmaya çalışıyorum, eksik ya da yanlış olabilir; yanılabilme özgürlüğünü kullanıyorum.
Ahlaki riziko
Birincisi, dışa ve dünyaya açık olmayan izole, sorgulamayan ve aykırı görüşleri dinleme sabrı ve özeni göstermeyen toplumların gerektiği kadar ilerleyemediği tezini savunuyor. Değişmeleri kabullenilmesi ve yaşama aktarılması güç bir iş olsa da, dışa ve dünyaya açılmanın, sorgulamanın, tartışmanın ve "açık toplum" yaratmanın öncelikli ve önemli bir görev olduğunu vurguluyor. Dışa ve dünyaya açılmada, makroekonomik çerçevelerin doğru belirlenmiş olması kadar, mikro ölçekte işyeri yönetimlerinin günün gerekleri olan önemleri alması ve bütünlüğü olan çözümlerin öne çıkmasının ülke açısından daha yararlı olacağını söylüyor.
İkincisi, fiyat ve finansman istikrarı yaratılır, siyasi ortamda değişik açılımlar arasında sınırları aşan çekişmeler öne çıkmaz, ortak yararlar konusunda bir uzlaşma kültürü yaşam biçimi haline getirilirse, öngörme ve önlem alma çabalarının veriminin artacağı ve istenen sonuca ulaşılabilmenin kolaylaşacağı saptamasını yapıyor . Ayrıca, "ahlaki riziko" odağından bakarak analizler yapılmasının, uygulamaya yönelik programlar ortaya konmasının gereğini güçlü biçimde vurguluyor.
Üçüncüsü, kurumsal yapıları ve işleyişleri dikkate almayan, AB'de olduğu gibi siyasi birlik öne çıkarken, teknik planda "hazine birliği" gibi yapıları oluşturmayı arka plana iten; "gözetim ve denetimi" önemsemeyen, gerekli düzeltmeleri ve ayarları yapamayan sistemlerin krizlerle başa çıkamayacağını, tam tersine derinleşmesine katkı yapacağını anımsatıyor.
Yapıyı düzeltmeliyiz
Dördüncüsü, kamuoyunu yönlendirilirken, ayrıntı bilgisine dayalı analizlere dayanmanın önemini öne çıkarıyor. Örneğin, döviz kuru ile ihracat arasındaki ilişki ayrıntılı biçimde analiz edildiğinde doğrudan bir ilişki saptanamadığı halde, güçlü bir ilişki varmış gibi sürekli piyasaya sunulduğunu belirtiyor. Belirleyiciliği sınırlı olan konular gündemi alabildiğine işgal ederken, asıl üzerinde durulması gereken sorunların arka planda bırakılması alışkanlığından vazgeçilmesini tavsiye ediyor.
Beşincisi, makro-ekonomik çerçevelerdeki tartışmalara aşırı önem verilirken, temeldeki "yapısal sorunları" gözden ıraklaştıran tutumdan vazgeçmenin gereğini öne çıkarıyor. Örneğin, çok temel sorunumuz olan "cari açığı" normal dengesine getirmek için, ekonomimizin yapısal sorunlarının üzerine daha yoğunluğuna ve derinliğine eğilmek gerekiyor. Bu aşamada "Teşvik sistemlerinin" işlerliği olan yapıları hızlandıracak araçlarla donatılması önem kazanıyor.
Teşvik sistemi önemli
Teşvik Sistemi'nin yeniden düzenlendiği bugünlerde, ülkemizin "âkil insanların" öngördüğü "temel sorunlar" üzerine özenle eğilmeliyiz. Geçen hafta bu sütunlarda, Ziya Akkurt ile söyleşide çıkardığımız dersleri aktardık. Durmuş Yılmaz'ın saptamalarıyla önemli ölçüde örtüşen saptamalardı.
Uzun yıllardır sürdürülen "mekan teşviklerinin" beklenen yararı üretmediğini hep birlikte yaşayarak öğrendik. Sektör teşvikleri gibi kategorik uygulamaların da sonuç yaratmayacağını öngörmemiz için olağanüstü güçlere sahip olma gerekmiyor.
Ölçek ekonomisinin erişebilirliği ile küçük ve orta ölçek yapının hız ve esnekliğini etkin biçimde koordine eden yapılara sahip olan toplumlar zenginleşiyor. Dünya genelinde oluşmakta olan birikim sisteminin omurgasını erişebilirlik, hız ve esneklik belirliyor. Karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin asimetrik yapısı, eğitim sisteminde programları bile "proje-odaklı" hale getirdiği yeni dünya düzeninde, teşvik mekanizmasının da "proje-odaklı" hale getirmesi gerekiyor. Ama iki hususu birlikte ele alarak: Birincisi, gözetim ve denetimin mekanizmalarının işin başında tasarlanmalıdır. İkincisi de, proje-odaklı teşviklere rehberlik edecek, gerekli bilgi desteği sağlayacak yapıların oluşturması.