Dünyayı neyle ve nasıl besleyeceğiz...
2023 yılına Cumhuriyet ulaşacak, ama böyle devam edersek 2050 yılına bırakın Türkiye Cumhuriyeti’ni, medeniyet, 1 veya 36 dişi kalsa bile ulaşamayacak.
Küresel iklim ve biyolojik çeşitlilik krizi 2050’de dibe vurmak üzere derinleşiyor. Bunu 20 ve 28 Haziran tarihli yazılarımda bütün açıklığıyla paylaştım. Medeniyet ve insanlık kurtulacaksa çok derin değişiklikleri çok kısa süre içinde gerçekleştirmek zorundayız. Bu gerçeği anlattığımda hep şu argümanla karşılaşıyorum: “Çok haklısın ama bu değişiklik imkânsız, nüfus sürekli artıyor, insanlar aç, ekilebilir alanlar sınırlı, daha fazla üretmeliyiz.” Bu gerçeklikten uzak düşünce yüzünden geleceğimizi karartıyoruz, gerekli derin değişim için adım atmıyoruz. Demografik projeksiyonlar şu anda 7,5 milyar olan dünya nüfusunun en fazla 9 milyara ulaşacağını, daha sonra yavaş yavaş düşmeye başlayacağını gösteriyor. Bu düşüş birşey yapmazsak iklim ve biyolojik çeşitlilik krizi ile birlikte çok daha hızlı olabilir. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komisyonu raporuna göre mevcut ekilebilir alanlar 9 milyarı (ve çok üstünü) besleyebilecek kapasitede. Dolayısıyla ekilebilir alan bir kısıt değil. Ancak, doğrudan ve dolaylı sübvansiyonlarla ucuzlatılmış hayvansal ürünlerin aşırı yenmesi, bu alanların (üretilen kalori ve protein ihtiyacı hesabıyla) verimsiz kullanımına yol açtığı bir gerçek (bkz. 28 Haziran tarihli yazım). Yenen et miktarının azaltılması, herkese yeterli ve sağlıklı gıdanın üretilmesini ve de iklim değişikliğinin yavaşlatılmasını sağlar. Dahası inanılmaz bir gıda israfı var. Medeni saydığımız ülkelerde gıdanın üç ila dörtte biri daha insanın önüne gelmeden çöpe gidiyor. Bütün bu rakamsal hesapların ötesinde konu bugün zaten gıda miktarı değil. Nobel Ödülü sahibi ekonomist Amartya Sen, açlığın yetersiz gıdadan değil, bazı insanların yetersiz gıdası olmasından kaynaklandığını, yani bir dağıtım meselesi olduğunu söyler. Nitekim dünyada 1 milyara yakın açlık çeken insana karşılık aynı miktarda obez insan yaşıyor.
Bu duruma şaşırdıysanız, daha da şaşırmaya hazır olun lütfen. Çünkü mesele verim meselesi ve yeter mi yetmez mi sorusu değil, mesele 2050’de medeniyetin çökmemesini sağlayacak bir gıda üretim sisteminin nasıl olması gerektiği sorusu. Yanıtı ise bugün medet umduğumuz endüstriyel namı diğer konvansiyonel tarım, suni gübreler, zehirli kimyasallar, antibiyotikler, hormonlar, hibrit veya GDO’lu tohumlar, ağ ır makineler ve çok miktarda fosil yakıta dayalı sistem değil. Çöküşümüzün nedeni tam da bu endüstriyel tarım. H.T. Odum, bundan 51 yıl önce, daha iklim değişikliği konuşulmazken 1967’de Emergy yani Embedded Energy “Gömülü Enerji” kavramı ile bugün yediğimiz patates üretiminin büyük oranda fosil yakıt barındırdığını ortaya koymuştu. Yani iklim değişikliğinin nedenlerinin başında entansif yüksek girdili tarım geliyor. Çözümü ise hem basit hem de yeni teknoloji gerektirmiyor...Aslında neyin gerektiğini gayet iyi biliyoruz. İş dünyası işler sürsün ve medeniyet çökmesin diyorsa ekolojik tarım uygulamalarına geçmesi, müşterilerini bu konuda yanına alması ve gerekli zemin için politik iradeyi zorlaması gerekiyor. IPES (2016) raporuna göre dünya için gerekli olan tarım, yerel çeşitlerin ve tarımsal peyzajların çeşitlendirildiği, kimyasal girdilerin ortadan kaldırıldığı, tarımsal türler arasındaki çeşitlilik ve sinerjinin optimize edildiği, toprağın organik madde muhteviyatını dolayısıyla bereketinin arttırıldığı, emek yoğun küçük ölçekli aile işletmeleri tarafından gerçekleştirilen ekolojik tarım. Bu tarımda iklim değişikliğine neden olan sera gazı salımları ciddi şekilde azalıyor hatta karbon toprağa gömülerek başka sektörlerde verdiğimiz zarar telafi ediliyor, biyolojik çeşitlilik artıyor, toprak zenginleşiyor ve yıllar itibariyle yüksek girdili endüstriyel sistemlerden daha fazla verim alınıyor. “Bu başka ülkeler için geçerli, Türkiye ancak endüstriyel tarımla kalkınabilir veya halkını doyurabilir” diyorsanız; sizi Aslan ve Demir’in Türkiye’yi organik tarımın besleyeceğini kanıtladıkları makaleyi okumaya davet ediyorum. Araştırmacılar kısaca bir optimizasyon yöntemi olan doğrusal programlamayı kullanarak Türkiye iç in 81 il, 120 bitki ve 4 hayvansal ürün içeren bir organik tarım planı ortaya koyuyorlar. Bu modele göre ülkenin tüm nüfusunu tamamen organik gıdalarla beslemek mümkün. Üstelik bunun iç in ekilebilir alanların %76’sı yetiyor. İller arasında gıdanın kat ettiği yol da minimuma indirilerek gıda nakliyesinden oluş an fosil yakıt tüketimini de azaltıyor bu model. Farklı senaryoları incelediklerinde vejetaryen beslenmenin daha az kaynak tükettiğini gösteriyorlar. Hayvansal ürünleri modellemeye katınca hemen hemen aynı kalori miktarı ve besin değ erlerine ulaşmak için daha fazla ekilebilir alan kullanılması gerektiğini söylüyorlar. Şu anda herkesin vejetaryen olmasını bekleyemeyeceğimize göre, meralarda otlayan hayvanların daha az ürün vermelerine karşılık daha az girdi kullandıklarından kısıtlı kaynak kullanımı aç ısından daha kârlı olduklarını gösteriyor Aslan ve Demir.
Bıçak kemiğe dayandı, vaktimiz pek kalmadı...Enerji ve tarım konusunda neler yapmamız gerektiği bütün açıklığıyla önümüzde...Yeter ki o iradeyi kullanalım!
Not: Görüş ve kaynaklarını paylaşan Tarık Nejat Dinç’e ve bu çok değerli makaleyi gönderen Yonca Demir’e teşekkür ederim.
Aslan, Bulut & Demir, A. Yonca. 2017 “Organic Farming Suffi ces to Feed a Country: a Large-Scale Linear Programming Model to Develop an Organic Agriculture Plan for Turkey” Sustainable Agriculture Research; Vol. 7, No. 1; doi.org/10.5539/sar.v7n1p118