Dünyaya açılırken yurtdışı yatırımlara nasıl yön verilmeli?
Ramazan BİÇER - Centrum, Ortak
Birçoğumuz kendimize “Başka bir hayatı yaşamak nasıl olurdu acaba?” diye en azından bir kez olsun sormuşuzdur. Biz toplum olarak biraz içine kapanık olduğumuz için yenidünyaları keşfetmekte biraz geç kalmış durumdayız. Ancak, teknolojinin de gelişimi ile bu geç kalma hali her gün daha da azalıyor. Yine de Türkiye’den çıkan marka ya da çok uluslu şirket sayısına baktığımızda sayının hala oldukça düşük olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’deki sadece Alman sermayeli şirket sayısının 5 binden fazla olduğunu dikkate aldığımızda bana hak vereceğinize inanıyorum.
Bu konuyu bir kenara bırakırsak, Türklerin globalleşme hikayesi geç de olsa son 20 yılda hızlanmış durumda. Dünyayı fethetmek isteyen şirket ya da girişimci sayısının gittikçe arttığını, özellikle teknoloji şirketlerinin esnek yapıları gereği geleneksel sektörlere göre çok daha hızlı bir şekilde dünyaya açılabildiğini gözlemliyorum. Durum böyle olsa da teknoloji şirketleri de dahil olmak üzere hala birçok kişi ya da yatırımcının dünyaya açılırken nelere dikkat etmeleri gerektiğinden yeterince haberdar olmadıklarına sıklıkla şahit oluyorum. O nedenle, profesyonel hayatımda bu konuda edindiğim tecrübeleri bu yazıda sizlerle paylaşmak istiyorum.
Çıkış stratejisi neden kritik öneme sahip?
Henüz yeterince tecrübe etmediğimiz bir dünyada başarılı olmak hiç de kolay değil, başarılı olmanın en azından belirli bir zaman alacağından şüpheniz olmasın. Benim gibi yurtdışında bir süre yaşamış olanlarımız buna daha önce şahitlik etmiştir. İyi ihracat yapan çok sayıda Türkiye merkezli firmanın yurtdışına açıldıktan sonra bir türlü başarılı olamadığına tanık olmuş birisi olarak, doğru bir strateji olmadan atılacak adımların kolay kolay başarı getiremeyeceğini söyleyebilirim.
Öncelikle belirtmem gerekirse, Türkiye’den uluslararası pazarlara ayrı ayrı açılmaya çalışmak yerine bütüncül bir yaklaşımla yatırımlara yön vermek her zaman daha iyi sonuç verecektir diye düşünüyorum. Yönetim kolaylığı bir yana uluslararası sermayeli bir şirket grubu ya da yatırımcı haline gelmek bile tek başına o kişi ya da şirketin uluslararası yatırımlarına değer katacaktır. Doğru çıkış stratejisini belirlemek de bu açıdan oldukça kritik.
Doğru çıkış stratejisi nedir diye siz sormadan ben cevaplayayım. Doğru çıkış stratejisi özünde uluslararası bir yapı kurmakla başlıyor. Yatırım için hangi ülkenin seçileceği, yatırımcının yapacağı yatırımlar ve ilgilendiği pazarlara göre değişir. Durum böyle olsa da Türk girişimcilerin sıklıkla Hollanda, Almanya, İngiltere ve İsviçre gibi ülkeleri çıkış ülkeleri olarak kullanmayı tercih ettikleri bilinen bir gerçek. Herkes için İngiltere en uygun ülkedir demek mümkün değil. Örneğin, teknoloji şirketi olarak Estonya üzerinden dünyaya açılarak Estonya’nın sağlamış olduğu teşvik ve avantajlardan yararlanabilirsiniz. Eğer ticaret şirketi iseniz İngiltere veya İsviçre üzerinden ticaret yapmanız daha uygun olabilir. Örnekleri çoğaltmak fazlası ile mümkün.
Göreceğiniz üzere, çıkış stratejilerinin tek bir ülke üzerinden oluşturulması gibi bir durum söz konusu olamaz. Dolayısıyla, birden fazla ülkeyi kullanmak en iyi seçenek olarak karşımızda duruyor. Türk yatırımcıların yaptığı hatalardan biri de her yolun Hollanda’dan geçtiği gibi hatalı bir görüşe sahip olmaları. O nedenle, çevrenizdeki kişilerden sıklıkla Hollanda’yı duyabilirsiniz. Ancak, bu her zaman doğru olan bir durum değil. Ayrıca, en iyi çıkış ülkesini bulmak tek başına çok az şey ifade ediyor. Asıl konu buradan sonra başlıyor, bu da Türk yatırımcıların gözden kaçırdıkları diğer bir önemli konu. Ne olduğunu da hemen ele alalım.
Uluslararası yapının doğru kurgulanması
Konuyu öncelikle şirketler açısından ele alalım. Şirketlerin iyi bir strateji ile uluslararası arenaya çıkmaları en kritik konuların başında geliyor. Bunun için de şirketlerin öncelikle uluslararası bir yapı kurmaları ve tüm uluslararası faaliyetlerini işlevi olan bir çatı altında toplamaları (vergisel ve finansal açıdan riskli yapılardan uzak durmaları da bunun bir parçası) atmaları gereken adımların başında geliyor. Başka bir deyişle uluslararası ticari faaliyetleri yönetecek beyin yapısını başlangıçta oluşturmak kritik bir konu. Bunun en tipik örneğini uluslararası holding yapısı oluşturuyor. Ardından ise operasyon şirketlerine ilişkin yapının ve şirketler arasındaki ticaretin planlanması gerekiyor.
Bu kapsamda, son yıllarda Türk şirketlerinin mevcut ticaretlerini artırmak, global hale gelmek ve uluslararası yatırımcıları çekmek gibi amaçlarla yurtdışı yapılar kurduğuna sık sık şahit oluyorum ve onlara bilgim dahilinde danışmanlık yapıyorum. Bu noktada ayrıca belirtmem gerekir ki; uluslararası yapıların yeni yatırımcı alma, hisse satışı, uluslararası halka açılma gibi hedeflere de uygun olması gerekiyor. O nedenle, uluslararası yapı kurulmadan önce gelecekteki olası senaryoların da dikkate alınmasını her zaman yatırımcılara tavsiye ediyorum. Tüm bunlar da iyi bir planlamayı gerektiriyor. Aksi takdirde ağır vergilerle karşılaşmak gibi bazı istenmeyen sonuçlar ile karşılaşmak işten bile değil.
Uluslararası bireysel yatırımcılara dönecek olursak, yurtdışında kişisel birikimleri olan yatırımcıların da değişen dünyaya bir an önce ayak uydurmaları gerekiyor. Eski dönemde görülen ve sıklıkla kullanılan uluslararası yapıların dönüştürülmesi başlı başına bir iş. Yeni yatırımcılar için ise uluslararası varlık yönetimi modelleri ön plana çıkıyor. Bu kapsamda en sık kullanılan yapılardan bazıları aşağıdakilerden oluşuyor:
- Özel yatırım fonu veya şirketi (Private investment fund/company)
- Trust
- Vakıf (Foundation)
- Hayat sigortası planları (Life insurance plans)
- Emeklilik sigortası planları (Pension Plans)
- Seküritizasyon araçları (Securisitization vehicles)
Bireysel girişimciler, uluslararası yatırımları için yukarıda bahsedilen yapılardan bir ya da birkaçını tercih edebilirler. Her bir yapının diğerlerine göre avantajlı yanları olabileceği gibi dezavantajlı yanları da olabilir. O nedenle, bu tür yapıların yatırım türü, yatırımın büyüklüğü, yatırımcının ihtiyacı ve beklentileri ile gelecek kuşaklara varlıkların aktarımı gibi konuları dikkate alarak kullanılması yerinde olacaktır.
Bunların ardından Türkiye’den çıkarak ticaretini daha da büyütmek ve uluslararası rekabette yerini almak isteyen Türk şirketlerine ve yatırımcılara tavsiyelerimizi sunalım.
Global olmak isteyen Türk şirketlerine ve yatırımcılara tavsiyeler
Maalesef Türk girişimcileri uluslararası ticaretin kurallarını iyi uygulayarak diğer ülkelerle yaptıkları ticaretten daha fazla kazanç elde etmeyi çok iyi bilmiyorlar. Bu, aslında herhangi bir teknik kullanmadan sahaya çıkma sonucunda maçı kaybetme riski ile eşdeğer. Halbu ki, tüm dünyadaki çok uluslu şirketler ya da uluslararası yatırımcılar gibi doğru şirket politikaları ile para kazanmayı öğrensek çok daha fazla şirketimiz uluslararası arenada boy gösterebilecek.
Burada yeterli bir yerim olmadığı için Türk şirketlerine uluslararası olma yönündeki en önemli tavsiyelerimi aşağıda bulabilirsiniz:
- Grubun uluslararası ihtiyaçlarını önceden net olarak belirlemek
- İhtiyaca uygun en iyi uluslararası şirket yapısını kurmak
- Önceden belirlenmiş güçlü şirket politikaları oluşturmak ve grup şirketleri arasındaki ticareti iyi planlamak
- Uluslararası rekabeti iyi tanımlamak ve gerekli hazırlıklıları yapmak
- Şirket içi uygulamaları yazılı hale getirmek ve dokümante etmek
- İnsan kaynaklarına yatırım yapmak ve tecrübeli yöneticiler ile çalışmak
- Uluslararası yükümlülükleri iyi bilmek ve ona göre gerekli adımları atmak
- Diğer ülkelerde gereksiz yere fazla vergi ödememek için yasalar çerçevesinde vergi planlaması yoluna gitmek
- Farklı düşünmek, işini rakiplerden daha iyi yapmayı öğrenmek ve bunun için de bilgi ve teknolojiye önem vermek
Yukarıda saydığım tüm maddeler aslında dünyaya açılmak isteyen şirketler için uzmanlar ile çalışmanın (ya da onları istihdam etmenin) şart olduğunu gösteriyor. Bizdeki danışmanlara ödenen paranın sokağa atıldığı inancının aksine iyi danışmanlarla çalışmanın şirketlere her zaman kat be kat getirisinin olacağının farkına varmak her şeyin başında geliyor. Keza, Türk girişimcilerinin dünyaya açılmalarının önündeki en büyük engellerden biri de iyi danışmanlar ile çalışmıyor olmaları.
Yine uluslararası bireysel yatırımcılara dönecek olursak, bu tür yatırımcılar için de en temel tavsiyem yatırımlarını yönlendirebilecek iyi danışmanlar ile çalışmaları. Keza şirketlerin aksine uluslararası bireysel yatırımcıların bu tür kişilere daha fazla ihtiyaçları bulunuyor çünkü şirketler gibi danışman istihdam etmeleri çok görülen veya tercih edilen bir durum değil. O nedenle, finansal danışmanların yanında vergi danışmanlarıyla da çalışmaları uluslararası yatırımların getirisi açısından büyük önem arz ediyor.
Yukarıda belirttiğim gibi, riskli yapılar içinde yer almak yerine uluslararası yatırımları büyütecek ve uzun vadede kazanç sağlayacak yapılar bireysel girişimciler için daha sağlıklı görünüyor. Bunun nedeni de geldiğimiz noktada uluslararası şeffaflığın üst düzeye çıkmış olması ve hükümetlerin girişimcilerin mali hareketlerinden ve dolayısıyla uluslararası kazançlarından artık büyük oranda haberdar olmaları.
Uluslararası bireysel yatırımcılar açısından bir diğer önemli konu ise, varlıkların bir sonraki kuşağa aktarılması. Bu da uluslararası yatırımcılar açısından dikkate alınması gereken önemli bir husus ve onun da iyi planlanması gerekiyor. Örneğin, herhangi bir planlama yapılmaz ise mirasçıların mirasın intikali nedeniyle birden fazla ülkede veraset intikal vergisi ödemeleri gibi bir durum söz konusu olabilir. Bu ise, uluslararası bireysel yatırımcıların varlıklarının bir sonraki kuşağa aktarılmasından çok daha önce gerekli planlamaları yapmaları gerektiğini gösteriyor.
Günün sonunda dünyaya açılmak ve ticaret yapmak isteyen Türk girişimcilerin başarılı olmalarının önünde ciddi bir engel olmadığına inandığımı bir kez daha açık yüreklilikle beyan etmek istiyorum. Son sözü de Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya bırakalım: “Hayal ettim, hayalimin önündeki manileri tespit ettim. Manileri kaldırdığımda, hayalim kendiliğinden gerçekleşti.”