Dünyanın merkezi Doğu'ya kayıyor

Orhan AKIŞIK
Orhan AKIŞIK KÜRESEL PERSPEKTİF [email protected]

"Dünyanın stratejik ve ekonomik çekim merkezi Doğu'ya kayıyor." ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ekim ayında New York Ekonomi Klübü'nde yaptığı konuşmada, Uzakdoğu ve Asya'nın ülkesi için artan önemini bu sözlerle ifade ediyordu. Clinton'ın tespitinden ABD'nin bölge ülkelerinin ekonomik başarılarından duyduğu memnuniyet kadar, Çin'in giderek artan siyasi ve askeri gücünün yarattığı rahatsızlığı da anlamak mümkün. Amerikan çıkarları açısından her zaman önemli olan Asya-Pasifik Bölgesi, son yıllarda meydana gelen ekonomik ve siyasi gelişmelerle birlikte adeta yaşamsal nitelik kazandı. ABD'nin amacı, Asya-Pasifik ülkeleriyle ekonomik, siyasi ve askeri ilişkilerini geliştirerek, Çin'in bölge üzerinde artan nüfuzunu kontrol altına almak. Geçtiğimiz hafta sonunda ABD Başkanı Obama'nın ev sahipliğinde, Hawaii'nin başkenti Honolulu'da yapılan Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği Örgütü (APEC) zirvesinin bu amacın gerçekleşmesinde önemli bir adım oluşturduğuna şüphe yok. 1989 yılında dönemin Avustralya Başbakanı Bob Hawke öncülüğünde Avustralya, Japonya, Kanada ve ABD'nin de aralarında yer aldığı 12 Asya-Pasifik ülkesi tarafından kurulan APEC, bugün Çin ve Rusya'yı da kapsayan 21 üyeli dev bir örgüt. Örgütün esas amacı bölge ülkeleri arasında serbest ticaretin geliştirilmesi ve ekonomik işbirliği temeli üzerinde büyümeye süreklilik kazandırmak. APEC'in dünya ekonomisi ve ticaretindeki payı giderek artıyor; gayri safi yurtiçi hasıla cinsinden dünya üretiminin yüzde 55'ni, ticaretinin ise yüzde 43'nü gerçekleştiren örgüt üyesi ülkeler, dünya nüfusunun hemen hemen yarısını oluşturmakta.

Zirvenin ilk gününde işadamlarından oluşan bir topluluğa hitabeden Obama, bölgenin dünya ekonomisinin geleceği açısından önemine işaret ederek; ülkesinin bölgede geçmişte üstlendiği liderliği bundan böyle de sürdüreceğini belirtti. İhracatını arttıracak yeni pazarlar arayışında olan ABD için bölge ülkeleriyle ekonomik ve siyasi ilişkilerin geliştirilmesi büyük önem taşıyor.

Asya-Pasifik ülkelerinin ABD'nin ihracatı içindeki payı yaklaşık yüzde 60. Obama'nın hedefi ülkesinin ihracatını 2015 yılına kadar iki katına çıkarmak. İhracat artışı küresel dengesizliğin giderilmesi, yani ABD'li yöneticilerin ifadesiyle dengeli büyümenin sağlanması için şart.

ABD'nin resesyon sonrası dönemde artan ve ekonomik büyümeye katkı sağlayan ihracatı, AB'de yaşanan ekonomik kriz ve Uzakdoğu ülkelerinin büyüme hızlarındaki yavaşlamayla birlikte gerilemeye başladı. Geçen hafta Ticaret Bakanlığı tarafından yayınlanan ihracat raporuna göre, eylül ayı ihracatı bir önceki aya göre yüzde 1.4 oranında artarak 180 milyar dolara ulaşmış bulunuyor. AB bölgesine yapılan ihracatta ise Eylül ayında gerileme görülüyor; ağustosda

yüzde 5.9 oranında gerçekleşen ihracat artışı, Eylül'de yüzde 0.5'e gerilemiş. ABD'nin artan ihracatında dolardaki değer kaybının payı yadsınamaz. Ancak, AB bölgesindeki gerilemeye bağlı olarak eurodaki değer kaybı devam ederse, bu avantaj da kaybolabilir.

Zirve'nin gündeminde yer alan konulardan biri de sekiz Asya ve Pasifik ülkesi arasında 2005'den beri yürürlükte olan Trans-Pasifik Ortaklık Antlaşması'nın ABD, Japonya, Kanada, Meksika ve Japonya'yı içine alacak şekilde genişletilmesiydi. Çin şimdilik dışarda kalmayı tercih ediyor. Nedeni bu ülkenin serbest ticaret ilkelerini görmezden gelen bir politikayı sürdürmedeki ısrarı. Öyle anlaşılıyor ki, Çin döviz kuru politikası, fikri mülkiyet haklarının korunması ve yabancı şirketlerin Çin şirketleriyle eşit muamele görmeleri konularında anlaşmaya

yanaşmadıkça, Trans-Pasifik içinde yer alamayacak. Bir serbest ticaret antlaşması olan Trans-Pasifik'in içerdiği en önemli maddelerden biri üyeler arasında gümrük tarifelerinin on yıllık bir periyot içinde sıfırlanması. Ekonomik çıkarların güvence altına alınması zorunluluğu askeri alanda da işbirliğini gerektiriyor. ABD yönetimi, Asya-Pasifik ülkeleriyle arasındaki ilişkiyi sağlam tutarak, son yıllarda bölge üzerinde daha fazla söz sahibi olmaya çalışan Çin'i durdurmaya çalışıyor. Çin'in silahlanma harcamaları ve zengin petrol ve doğalgaz yataklarını barındırdığı tahmin edilen Güney Çin Denizi üzerindeki hak iddiası, ABD ve bölge ülkelerini

rahatsız ediyor. Tahminler, deniz altında 231 milyar varil petrol bulunduğu yönünde. Suudi Arabistan'ın rezervlerinin yüzde 80'ine karşı gelen bu devasa rezervin, bölgedeki gerilimi arttırma olasılığı yüksek. ABD Savunma Bakanı Leon Panetta, bütçe açığından dolayı savunma harcamalarında yapılacak olası kısıntılardan bölgedeki ABD gücünün etkilenmeyeceğini; bilakis Asya-Pasifik bölgesindeki Amerikan varlığının güçlendirileceğini açıkladı. Geçen Cumartesi Çin devlet başkanı Hu Jintao ile biraraya gelen Obama, iki ülke arasındaki işbirliğinin dünya açısından taşıdığı önemi vurguladı. Bu tespite katılmamak mümkün değil. İki süper gücün anlaşması, sadece dünya ekonomisinin değil, dünya siyasetinin istikrarı için de gerekli. Yoksa, bir zamanlar Avrupa üzerinde esen soğuk savaş rüzgarlarının yakın bir gelecekte Pasifik'i etkisi altına alması kaçınılmaz görünüyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Vekalet savaşları 08 Ekim 2016
Clinton farkı 01 Ekim 2016
Sorun küreselleşmede mi? 27 Ağustos 2016