Dünyada Müslüman nüfusun artması ile stratejiler yeniden şekilleniyor
2010-2050 yılları arasında Müslüman nüfus oranı yüzde 70’in üzerinde artış gösterecek. Dünya genelinde Müslüman nüfus ile Hristiyan nüfus eşitlenecek. Bu da küresel siyaset ve ekonomide stratejilerin yeniden şekillenmesine neden olacak.
Nüfus artışı, gençler arasındaki işsizlik, ekonomik kalkınmada yavaşlama, gelir dağılımında eşitsizlik, hızlı şehirleşme.. Tüm bu değişimler insanların, dolayısıyla da dinlerin, etnik grupların sayılarını ve yerleşim alanlarını yakından ilgilendiriyor. Dünyanın birçok bölgesinde geleneksel değerlerin değiştiğini, yer değiştirdiğini görüyoruz. Son dönemde dünya genelinde izlenen demografik trendler, önümüzdeki yıllarda dengelerin farklı yönde değişeceğini ortaya koyuyor.
California Pitzer College’den sosyoloji profesörü Phil Zuckerman, bugün hem toplam sayı olarak hem de nüfus yüzdesi olarak her zamankinden çok daha fazla ateist olduğunu söylemişti. Gallup’un 57 ülkede 50 bin kişiyle yaptığı bir kamuoyu anketine göre, 2005-2011 yılları arasında kendisini dinci olarak tanımlayanların oranı yüzde 77’den 68’e düşmüştü.
Pew Reserch Center’in geçen sene gerçekleştirdiği araştırma ise 2050 yılında, Budistler dışında, tüm dini grupların nüfusunun artacağını ortaya koydu. En önemli artış ise Müslüman nüfusunda izlenecek. Araştırmaya göre, 2010-2050 yılları arasında Müslüman nüfus oranı yüzde 70’in üzerinde artış gösterecek. Bu oran, dünya genelindeki Müslüman nüfusun 1.6 milyardan 2.8 milyara yükseleceği; yani dünya nüfusunun yüzde 30’unu temsil edeceği anlamına geliyor. Bu artışla birlikte dünya genelindeki Hristiyan ve Müslüman oranı eşitlenecek. Bu da yeni bir soruyu gündeme getiriyor: Bu eşitlik bundan sonraki küresel politikaları, ekonomi stratejilerini nasıl etkileyecek?
Center For Strategic and International Studies (CSIS) değerlendirmesine göre Batı ülkelerinin öncelikli olarak anlamaları gereken konu, İslam dünyası ile ortak hareket etmek ve inanç ve dinler arasında engeller yaratmamak. Çünkü gerek terörle mücadele, gerekse küresel ekonomi açısından herkes birbiri ile bağlantılı durumda. Pew Analizi, 2050 yılında, Budistler dışında, tüm dini grupların nüfusunun artacağını söylüyor. Bazı dinler küresel nüfus artışı ile paralel ilerliyor. Örneğin Hristiyan nüfus oranının dünya nüfusu ile paralel ilerleyerek yüzde 35 oranında artacağı tahmin ediliyor
Bazı dinler ise küresel nüfus artışından çok daha hızlı artış gösteriyor. İslam dini de bu dinlerin başında geliyor. Tahminlere göre, Avrupa ve diğer bölgelerde Müslüman sayısı artacak. Yaşlanan Avrupa’nın göçmen ihtiyacı da yükselecek. Bugün Müslüman nüfusun yüzde 34’ünü, 15 yaş altı gençler; yüzde 60’ını 15-59 yaş arası; yüzde 7’sini ise 60 yaş üstü oluşturuyor. Hristiyan nüfusunda ise bu oranlar sırasıyla yüzde 30; yüzde 62 ve yüzde 8.
Pew tahminlerine göre, 2050 yılında dünya genelindeki Müslümanların sayısı ile Hristiyanların sayısı eşitlenecek. Avrupa’da Müslümanlar toplam nüfusun yüzde 10’unu temsil edecek. Hindistan, Endonezya’yı geride bırakarak, dünyanın en büyük Müslüman nüfusuna sahip olacak. Pew analizinin dikkat çektiği önemli bir nokta da, bu büyümenin büyük bir bölümünün Ortadoğu dışında gerçekleşecek olması.
Pew’in bu konuda yayınlandığı farklı bir araştırması daha var. Bu araştırma, Müslüman nüfusu fazla olan ülkelerin aşırıcılığa ve terörizme bakış açısını ortaya koyuyor. Araştırmaya katılanların yüzde 92’si, sivil topluma yönelik yapılan canlı bomba saldırılarını kınıyor. Terör konusunda, Müslüman çoğunluğun yaşadığı ülkeler de, Batı ülkeleri kadar endişeli. Örneğin Nijerya’da halkın yüzde 68’i, Lübnan’da ise yüzde 67’si aşırı İslami hareketlerden endişe ettiklerini dile getiriyorlar. Bu endişelerin özellikle 2013’ten bu yana artış gösterdiği izleniyor.
Ekonomi ve siyasette dengeler değişecek
CSIS, dünya nüfusunda değişen dengelerin, güç savaşını da yakından ilgilendirdiğine yer veriyor.
Bundan sonra stratejiler, bu demografik değişim doğrultusunda yeniden şekillenecek. Değerlendirmede şu yorumlar dikkat çekiyor: “ABD’nin petrol ve gaz gibi temel emtialara bağımlılığı, İslam dünyası dışında kalan diğer gelişmiş ülkelere oranla daha dolaylı; fakat ABD, son dönemde küresel ekonomiye çok daha bağımlı bir hale geldi. Yakın gelecekte, ABD’nin enerji bağımsızlığından bahsetmek anlamsız olur. ABD 2.4 trilyon dolar ithalat gerçekleştiriyor. Bu GSMH’sinin yüzde 14’üne denk geliyor. CIA World Factbook’a göre, ABD’nin ham petrol ithalatı, toplam ithalatının yüzde 8.2’sini temsil ediyor. Uluslararası Enerji Ajansı, bu oranın daha da aşağı ineceğini öngörüyor. Fakat ABD’nin başlıca Avrupalı ve Asyalı ticaret ortaklarının ekonomileri büyük ölçüde Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Müslüman nüfusun yoğunlukta olduğu ülkelerden petrol ve gaz ithalatına bağlı. Çin, Japonya, Güney Kore ve Tayvan gibi Asya ülkeleri ABD ithalatının yüzde 35’ini temsil ediyor. Avrupa ülkeleri de büyük ölçüde enerji ithalatına bağımlı haldeler. Bu ülkelerin ekonomileri ABD için yılda 1.6 trilyon dolar ihracat anlamına geliyor. Dolayısıyla ABD ekonomisinin iyi olması için, bu ülkelerin ekonomilerinin de iyi olması gerekiyor. ABD, iç pazarda artan petrol ve gaz üretiminden yararlanacaktır.
Fakat, Ortadoğu ülkelerinden yapılacak petrol ithalatının küresel etkilerinden bağımsız hale gelmesi zor. Yani gerçek enerji bağımsızlığı, bir kartopunun cehennemde yaşama süresine eşit düzeyde bir hayal...”