Dünya, QE’den QT’ye geçerken Türk Lirası açıkta yakalandı

Güven SAK
Güven SAK DÜNYA İŞLERİ

Türk Lirası’nın Amerikan Doları karşısında psikolojik eşiğin altına düşmesi, Türkiye’de cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri ile ilgili planları bozdu. Seçimleri erkene aldırdı. Çok değil, daha mart ayının başlarında 1 dolar almak için 3 lira 80 kuruş vermek yetiyordu. Bir ay içinde lira yaklaşık yüzde 7,5 değer kaybetti. Daha bu Nisan ayında 4 lira eşiğini yıktı geçti. Dolar bir aylık bir sürede, bayır aşağı gidince, yöneticilerimiz, “bu ekonomi ile 2019 Kasım’ını beklemeye sinir dayanmaz” deyip seçimi erkene almak zorunda kaldı sanki.

Peki, 2019 Kasım’ına kadar ekonomiye odaklanıp, 2019 Kasım’ına güçlü bir ekonomi ile girmek mümkün olabilir miydi? Hayır. Peki, seçimi erkene almak ekonomide maraza çıkma ihtimalini ortadan kaldırdı mı? Hayır. Açıktır ki, Türkiye ekonomisinin acil tedbir ihtiyacı ortadan kalkmadı. Türkiye ekonomisinin küresel finansman koşullarındaki değişime nasıl intibak edeceği daha hala belli olmadı. Kaldı seçim sonrasına. Gelin bir anlatayım.

Amerikan 10 yıllık tahvil faizi psikolojik eşiği aşmak üzere hareketlenince, Türk Lirası psikolojik eşiğin altına düştü

Nasıl olduğunu hatırlıyor musunuz? Önce Türk Lirası Amerikan Doları karşısında psikolojik eşiğin altına düştü. Evvelki gün ise 10 yıl vadeli Amerikan hazine tahvillerinin faiz oranı ise psikolojik eşiğin üstüne çıktı. 10 yıl vadeli Amerikan hazine tahvillerinin faiz oranı yüzde 3’ün üzerine çıktı. Yandaki grafikler sel durumdaki değişimi ve liranın serencamını gösteriyor.

Başlangıçta ilk parasal genişleme dönemi vardı, genişleme 2010 gibi hızlanmaya başladı. 2010’da faiz daha yüzde 3,5’lardayken, ikinci parasal genişleme paketi geldi. Üçüncü paket ise 2012 yılında faizi yüzde 2 seviyesinden yüzde 1,5’un altına geriletti. Sonra 2013’te zamanın Fed Başkanı Ben Bernanke fazla likiditeyi paspaslama (tapering) zamanının geldiğini söyledi. 10 yıllık tahvillerde faiz oranı yüzde 3’ü ilk kez evvelki gün aştı. Küresel normalleşme görünür oldu.

Türkiye müdebbir bir tacir gibi davranmadı küresel normalleşmeye açıkta yakalandı

Önce küresel toparlanma geldi, sonra sistemin merkezinde faiz oranı yükselmeye başladı. Küresel normalleşme dediğim bu. Merkez yoğun bakımdan çıkıyor, yaşam destek ünitesi ile bağlantı kesiliyor. Dünya parasal genişlemeden (Quantitative Easing- QE), parasal sıkılaştırmaya (Quantitative Tightening-QT) geçiyor. QE, bol paranın, az sayıda yatırım fırsatını kovaladığı bir dönemdi. Faiz oranı düşüktü. Şimdi QT, işte bunun tam tersi, şimdi etrafta az miktarda para ve çok miktarda yatırım fırsatı olacak yatırımcılar açısından baktığınızda. Merkezde ekonomi sağlam bir biçimde toparlanıyor. İşsizlik oranı yüzde 5’lerin altına düştü. İsterseniz bakın.

Doğrusu ya , Türk Lirası küresel normalleşmeye açıkta yakalandı. Halbuki küresel sistemde ne olduğunu, nereye gittiğimizi zaten biliyorduk. Dünyada likidite fazlası azalırken, Türkiye, 2017 yılında müdebbir bir tüccar gibi davranmadı, tedbirsiz bir genişlemeyi tercih etti. Ortada referandum filan vardı. 2017 yılında hızlı büyüme, Türkiye’nin cari işlemler açığını faraş gibi açtı. Dünya küresel sıkılaştırma dönemine girmişken, memleketin yabancılardan borçlanma ihtiyacı tavan yaptı.

2017 yılında cari işlemler açığının finansman biçimi de değişti. Türkiye yeniden sıcak paraya muhtaç hale geldi. Portföy yatırımcılarının karar alma sürecinde, Amerikan yönetiminin tarihsel önemini dikkate alırsak, bölgesel gelişmeleri de analize eklemek gerekiyor. Açıktır ki, küresel eğilimler kadar bölgesel gelişmeler de bize yardımcı olmadı. Suriye iç savaşı, Amerika, Rusya ve İran’ı güney komşumuz yaptı. Amerika ile Rusya ve İran arasındaki çekişme bizi doğrudan etkilemeye başladı. Amerika’nın Rusya ve İran yaptırımlarının Türkiye ile ilgili yatırım kararlarına olası ikincil etkileri bu dönemde giderek daha sıklıkla konuşulur oldu. Bu dönemde, merkez bankası rezervlerinin Amerika’da saklanan bölümünün azaltılması yolundaki yoğun çabalar dedikodulara yalnızca sos oldu.

Bu ortamda, Türkiye, küresel şartlardaki değişime nasıl intibak edeceğine ilişkin bir planı hala ortaya koyamadı. Dünya değişirken, bizim de, dışa açık bir ülke olarak, bu değişime intibak etmek üzere bir plan hazırlamamız gerekiyordu. Türkiye, küresel normalleşmeye, hem yabancı para cinsinden yüksek borçla, hem de hızlı büyüyeyim diye daha da yükselen borçlanma gereği ile yakalandı. Türkiye, açıkta yakalandı dediğim bu. Bakın merkez bankasının hesaplarına net uluslararası pozisyonumuz yükseldi de yükseldi.

Bir süre önce bir yabancı diplomat bana, “Türkiye bütün bu binaları, bu eserleri nasıl yapıyor?” diye sormuştu. El cevap: El parası ile yaptık. Borçla yani. Şimdi “dün yediğiniz hurmalar bugün bir yerinizi tırmalar” noktasına geldik. Liradaki hareket yalnızca bu durumun işaret fişeğidir. Not edeyim, başka şeyle karıştırmayın.

Peki, Merkez Bankası bu gidişi durdurmaya yeter mi?

Bütün bu resimde, 2019 Kasımı ekonomideki sürdürülemez durumu sürdürebilmek için çok uzakta, ekonomiyi güçlendirecek tedbirlerin sonuç vermesi için ise çok yakındaydı. Ben “acaba seçimler ileriye mi atılır” diye düşünürken, siyaset risk aldı seçimleri öne çekti. Hayırlısı olsun.

Dün Merkez Bankası, Türkiye’de faiz oranını istediğinde artırabilirmiş gibi yaptı. Bu adım, lirayı seçimlere kadar stabilize etmek için yeter mi? Yetmez. Lirayı seçimlere kadar psikolojik sınırın altına çeker mi? Çekmez. Merkez bankası bu işe yetmez. Nitekim öyle de oldu. Dolar hiç 4 liranın altına inmedi. Bir daha tanımlayayım. Türkiye’nin küresel ekonomide dönüşüme, küresel normalleşmeye, nasıl intibak edeceğine ilişkin daha ayrıntılı bir plana sahip olması gerekir. Malum, vakıa ile kavga olmaz.

Gerektiğinde müdahale edebilecek, araç bağımsızlığına sahip bir merkez bankası elbette gerekli bir şart. Ama yeterli değil.

Ayrıca memleketin borçlanma gereğini kontrol altına alacak bir maliye politikasına ihtiyaç var. Mesela Türkiye Varlık Fonu bu amaçla makul bir biçimde devreye sokulabilir. Singapur deneyimi ortada. Peki, yeter mi? Hayır.

Aynı zamanda, bu hendek siyasetinin artık sona ermesi ve toplumun yüzde 50-50 bölünmesinin önüne geçecek bir yol bulunması gerekiyor. Son 10 yıldır derinleşen hendekleri kapatacak ılıman bir siyasi ortama ihtiyaç var reformlar için. 50-50 bölünme Türkiye’yi vasata kilitliyor, imkanlarını daraltıyor. Ben o nedenle önce seçimlerdeki oy dağılımına bakacağım doğrusu.

Seçime giderken, siyasetçilerin Türkiye ekonomisinin küresel ekonomideki dönüşüme nasıl intibak edeceğine ilişkin önerilerini ve araçlarını açıklamaları geçiş sürecini normalleştirebilir diye düşünüyorum bu arada. bayır aşağı gidişini engellemeye katkıda bulunur. Not edeyim. Akıllarda kalsın.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar