Dünya mı Çin’e mahkum, Çin mi dünyaya?
Çin, Deng Xiaoping’den bu yana başlattığı ekonomik dönüşümünün kritik bir evresinde. Dünya piyasalarıyla entegrasyonunu tamamlamak için hala yolu var.
Bir yandan da yıllar içinde sürdürülmesi imkansız olan (bazen de elle yapılan takviyeler ile desteklenen) ekonomik büyümesini normalleştirmeye çalışıyor.
Ticaret savaşlarının geliş noktası, işte tam da bu normalleşme sürecini baltalaması nedeniyle zorlayıcı oldu.
Çin ile ABD arasında yıllarca süren “Çin üretsin, ABD’ye satsın, ABD’nin ödediği paraları alsın, onları yine ABD tahvillerine yatırsın” şeklinde devam eden saadet zinciri, bu dönemde önemli ölçüde kırıldı.
Tam da bu nedenle, uzun süredir üzerinde yayınlanan tüm makaleleri okumaya çalıştığım bir tema var.
Dünya ekonomik büyümesinin yaklaşık olarak %35’lik bölümü Çin’den geliyor. Yani dünyanın gerçek anlamdaki büyüme motoru Çin. Ancak Çin bu büyümenin önemli bir bölümünü dünyaya sattığı mallardan, ürettiği ticaret fazlasından sağlıyor.
Bu durumda, Çin mi dünyaya daha bağımlı, dünya mı Çin’e?
Elbette durum biraz yumurta ve tavuk ilişkisine benziyor. Ancak bundan 20 yıl önce olup bitenle bugünü karşılaştırdığımızda, bağımlılık düzeylerinin çok büyük oranda değiştiğini görmek mümkün.
Danışmanlık şirketi McKinsey, bu konuda harika bir rapor yayınlamış.
Raporun en temel bulgusu, Çin’in dünyaya olan bağımlılığı azalırken dünyanın Çin’e olan bağımlılığının arttığı. Kurumun bunun için hazırladığı bir endeks var. Bu endekse göre, dünyanın Çin’e olan bağımlılığı 2000 yılından bugüne tam 3 katına çıkmış. Çin’in dünyaya olan bağımlılığı ise 2000 yılında 0.8 endeks değerine sahipken, bugün bu oran 0.6’ya gerilemiş.
2015 başından bu yana geçen 16 çeyreğin 11’inde iç tüketim Çin büyümesinin %60’ı ve üzerinde rol oynamış.
2013 yılında Çin dünyanın en büyük dış ticaret ülkesi haline geldi. Ancak örneğin geçen sene net dış ticaretin büyümeye etkisi negatif oldu. Elbette ticaret savaşları başladıktan sonra iç tüketime yönelik sağlanan teşviklerin katkısı var. Ancak bu trendin 2015’ten bu yana devam ettiğini hatırlatmakta yarar var.
Otomotiv, lüks tüketim, cep telefonu gibi alanlarda dünyanın en büyük pazarı Çin. Bu alanlardaki toplam tüketimin yaklaşık üçte birini Çin tek başına yapıyor.
Her ne kadar, toplam hane halkı tüketimi, dünyadaki toplam tüketimin sadece %10’unu oluştursa da, bu rakam giderek büyüyor. Zira 2010-2017 arasında hane halkı tüketimi artışının %31’lik kısmı Çin’den geldi.
Bu nedenle dünyanın Çin’e olan bağımlılığı yükseliyor.
Herkesin bildiği gibi, bu ülkedeki tüketime doğrudan bağımlı olan ülkeler var.
Örneğin Avustralya ekonomisinin yarattığı üretimin %16’lık bölümü doğrudan Çin tarafından tüketiliyor. Bu oran 2003-2007 arasında sadece %4 idi.
Veya Güney Afrika’nın doğal kaynak üretiminin %15’lik kısmı doğrudan Çin’e gidiyor. Bu oran ise 2003-2007 arasında sadece %2 idi. (Rapor Çin’e bağımlı ülkeleri 3 kategoride ele almış. Tedarik zinciri bağımlılığı, doğal kaynak bağımlılığı, yatırım bağımlılığı.)
Bilgisayar ürünleri, elektronik, optik ürünler ve makine gibi alanlarda Çin’in küresel ihracat içindeki payı 2003-2017 arasındaki yaklaşık olarak ikiye katlandı.
Yani dünyaya eskiden olduğu gibi sadece tekstil, hazır giyim veya konfeksiyon gibi ürünler satmak yerine, artık çok büyük oranda teknoloji ihraç ediyor.
Bunun için de sürekli olarak güçlenen global şirketlerini kullanıyorlar.
Global Fortune 500 listesinde 110 şirketi var (ABD’nin 126). Ancak bu şirketlerin gelirlerinin %80’lik kısmı, hala ülke içinde yapılan satışlardan geliyor.
Şu anda dünyada faaliyet gösteren Çinli şirket sayısı 2010 yılında 10 bin 167 iken geçen sene 37 bin 164’e yükseldi. Yani bir yandan Çinli şirketler de dünyanın her yanında faaliyetlerini artırıyor. Bu Komünist Parti’nin birincil önceliklerinden.
Mısır ve Pakistan gibi ülkelerde toplam yatırımların (sırasıyla %13 ve %8’i) Çinli şirketlerden geliyor. Keza Venezuela petrollerinin gelecek on yıllar boyunca Çin’e temlikli olduğunu da hatırlatmakta yarar var.
Bu ülkelerin elbette jeopolitik açıdan ne kadar sorunlu olduğunu, Çin’in dünyanın her bölgesinde Batı İttifakı dışında kalan ülkelerde etkinliğini artırma çabası taşıdığını unutmamak gerek.
Rapor 168 sayfa ve çok kapsamlı bilgiler içeriyor.
Planlı bir ekonomi olan Çin’in dünyada yaratmış olduğu etki gerçekten inanılmaz. Her şeyin “çakmasını” yapmakla suçlanan, üretim kalitesizliği ile yıllar yılı hor görülen bir ekonomiden, nasıl bir teknoloji devi çıktığını görmek şaşırtıcı. İç dinamikleri, insan hakları, demokrasiden uzaklığı bu ülkede her daim tartışmalı. Ama ekonomik evrimine şapka çıkarmak gerek. Komünist bir ülkenin globalleşmenin ve küresel ticaretin savunucusu olması takdire şayan. Deng ile başlayan dönüşümün son hamlesini Xi Jinping yapacak.
Sonuç noktasına gelirsek...
Önce dünyayla büyüyen, sonra dünyayı büyüten, şimdi ise dünyanın büyümesini kendisine neredeyse mahkum kılan bir Çin var.
Darısı başımıza.