Dünya Kupası neden gollü geçiyor?

Cem TOP
Cem TOP SPOR ANALİZ cem.top@dunya.com

Dünya kupaları, yazı futbol izleyerek geçirmek isteyenler kadar futbolun global devinimini gözlemleme niyetinde olanlar için de çok önemli bir fırsat. Fırtına gibi başlayan 2014 Brezilya Dünya Kupası’nda bu anlamda en çarpıcı gelişme maçlardaki gol oranının yüksekliği ve pozisyon zenginliği. 

Futbolseverlerin hatırlayacakları üzere, 90’lı yılların ortalarında ilk tohumları atılan ve Yunanistan’ın 2004 Avrupa Şampiyonluğu’na uzanması esnasında doruğa çıkan defansif futbol anlayışı ve katenaçyovarî 4-5-1 sistem varyasyonları, pek çok sporseveri futboldan soğutmuştu. 2004’de turnuva boyunca toplam 7 gol atan Yunanistan; çeyrek final, yarı final ve final maçlarını 1-0 kazanarak Avrupa Şampiyonluğu’nu elde ederken, gol krallığı listesinde de 2 gol atan oyuncusu bulunmuyordu. Zamanın şartlarında Otto Rehhagel ve öğrencilerinin ulaştığı başarı, belki de her takımın iki ön liberoyla oynadığı turnuvada üç tane çapa kullanmalarıydı. Bunun yanında “ölümüne” alan daraltırlarken, hücumda da sabır taşını çatlatacak bir kararlılıkla rakibin açık vermesini bekliyorlardı. “Zafere giden her yol mubahtır” felsefesinden yola çıkacak olursak, teknik adamların kabaca “1994-2004 arası dönem” olarak sınırlandırabileceğimiz periyotta oynattıkları bu futbol tarzı pek çok başarıyı da beraberinde getirdi. Ancak uluslararası futbola olan ilgiyi de belirgin şekilde azalttı. Örneğin 1996’da İngiltere’de düzenlenen turnuvayı toplamda 1 milyon 300 bine yakın biletli seyirci izlerken, bu sayı ancak Euro 2012’de 1 milyon 440 bin ile geçilebildi. Sıradan bir futbolsever açıkça gösteriyordu ki, bahsettiğimiz 10 senelik dönemden hiç memnun değildi. Peki, ne oldu da Brezilya’da gol patlaması yaşandı? 

Bu soruya kısa ve net bir yanıt vermemiz gerekirse, sebep olarak şu teori gerekçe gösterilebilir: 1994- 2004 arası rakibi durdurmaya yönelik taktikler geliştiren teknik adamlar, bilhassa da üst düzey ekiplerin hocaları, Yunanistan gibi bir takımın Avrupa Şampiyonluğu’nu kazanmasından sonraki dönemi yani 2004-2014 arasını bu kez etkili hücumlar ve rakibi çözecek varyasyonlar üzerinde çalışarak geçirdiler. Bu da futbolda bugün gözlemlediğimiz taktiksel değişimi zorlayan etkenlerden biri oldu. Örneğin 90’lı yıllarda ön liberolardan beklenen yoğun fizik mücadele ve aerob kapasite idi. O tarihte bu mevkide forma giyen oyuncuların amiyane tabirle “kazma” olmalarının da pek önemi yoktu çünkü Gascoigne, Baggio, Hagi, Zidane gibi yaratıcı oyuncular işlerini yaptığı müddetçe yediğinden fazla atmak zor olmuyordu. Dönemin en gözde ve pahalı oyuncularının bu tip futbolcular olması elbette tesadüf değildi. (Örneğin Zidane’ın 2001’de Juventus’tan Real Madrid’e rekor transferi) Tıpkı bugünün en pahalı oyuncusunun bir kanat forveti olan Gareth Bale olması gibi. 

Hollandalılar, düşündüler taşındılar katenaçyo benzeri bu anlayışa karşı topa hâkim olmak gerektiğine karar verdiler. Neticede top sizde olduğu müddetçe rakibin sürpriz goller atması da giderek zorlaşacaktı. Bu da sadece fiziksel eforla oynayan yetenekleri kısıtlı ön liberoları deyim yerindeyse taca çıkardı. Kısa zamanda Hollanda ve İspanya üzerinden bu anlayışın yayıldığını gördük. Çift yönlü merkezi orta sahalar, bugün de gözde oyuncular olmayı sürdürüyorlar. Karşı cephe buna cevabını artan tempoya ayak uyduramayan 10 numaraları rafa kaldırarak cevap verdi ve orta alanda bir kişi kalabalıklaştı. Karşılıklı oynanan taktiksel satrançta hücumcu cephenin geri adım atması gibi bir şey söz konusu değildi. Onlar da orta alanı kalabalıklaştırdılar ama bir farkla; 10 numaraların yaptığı kimi görevleri kanat futbolcularının omuzlarına yükleyerek. Aslında bu hamlenin kısmi karşılığı futbolun geçmişinde vardı ve “yeni nesil 4-3-3” giderek popülerleşen bir hal aldı. 80’li yıllarda ve 90’ların başında kanat oyuncularının sıfıra inerek orta yapmasına dayalı görev tanımları, bugün bambaşka bir noktaya evrilmiş durumda. İdeal bir kanat forvetinin adam eksiltebilmesi, santrforu tamamlayabilmesi, gol vuruşu yapabilmesi ve savunmada kanadını kapatabilmesi gerekiyor artık. İşte Brezilya 2014 de tam olarak futbolda hücumcu cephenin yaptığı hamleye denk geldi. Şu ana kadar oynanan maçlara ağırlık koyan isimlere baktığınızda Robben’in, Joel Campbell’ın, Neymar’ın listede olması elbette sürpriz değil. 

Bu devinim esnasında taktik tahtasına antidot yerine geçecek bir strateji yazma çalışmaları da tüm hızıyla devam ediyor. Örneğin İtalya ve Güney Amerika’da giderek daha fazla tercih edilmeye başlanan 3-5-2/5-3-2 dönüşümlü sistem, kâğıt üzerindeki adaylardan biri. Bunu zaman zaman Cesare Prandelli de turnuva ortamında deniyor. Tıpkı Roberto Mancini’nin Galatasaray’da denediği gibi. Kanat forvetlerinin artan etkisini önce kanat beklerinin (WingBack) savunması, onların kademesinde de üçlü hat ile durdurmaya çalışan bir anlayış var. “Bu anlayış ciddi testleri geçip yaygın bir hal alacak mı?” sorusunun cevabı ise ancak uzun bir periyotta gözlem yaptıktan sonra verilebilir. Anlayacağınız, futbol da tıpkı nefes alan canlı bir organizma gibi günden güne değişime uğruyor. Ne de olsa değişmeyen tek şey değişimin kendisidir değil mi?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Derbi kadar zor 03 Mart 2016
Düğüm çözülecek mi? 25 Şubat 2016
Skandalın daniskası 23 Şubat 2016
Maçın şifresi: Savunma 18 Şubat 2016
Öp Quaresma’nın elini 16 Şubat 2016
Taktik savaşı 11 Şubat 2016
Maça geç kaldılar 09 Şubat 2016
Ciddiyet şart 02 Şubat 2016