Dünya ekonomisi neden çıkmazda?
Borsalarda işlerin iyi gittiği günlerde hemen havaya girip dünya ekonomisi için olumlu tablolar çizenlerden olmayan Neil Irwin, New York Times gazetesinin dikkate değer bulduğum yazarlarından biri. Borsaların Aralık ayındaki büyük düşüşten sonra ciddi bir yükseliş kaydettiği Ocak ayı biterken, buna sevinmek için erken olduğunu belirten Irwin, dünya ekonomisinin düşük büyüme döngüsünü kırmasını önleyen yapısal sorunlara dikkat çeken ilginç bir yazı yazdı.
Irwin’e göre, başta ABD Merkez Bankası (Fed) olmak üzere önde gelen merkez bankalarının küresel krizden on yıl sonra düşük faiz politikasını sürdürmek zorunda kalması, “düşük büyüme, düşük enflasyon, düşük faiz oranları” döneminin hala bitmediğini gösteriyor. Fed’in yeni başkanı Jerome Powell’ın bir ara faiz artırma ve bilanço küçültme konusunda kararlı davranacağı izlenimini vermesi, hemen yaylım ateşi altında kalmasına ve borsaların dip yapmasına yetti. O da geri adım atmak zorunda kaldı.
Büyümeyi sınırlayan faktörler
Irwin, 2017 yılında senkronize büyüme umudu veren dünya ekonomisinin 2018’in ikinci yarısına girilirken tekrar bocalamaya başlamasında belirleyici olan faktörleri sayarken şu noktalara dikkat çekiyor:
* Dünyanın önde gelen ekonomilerinde nüfusun yaşlanmakta olması
* Verimlilik artışlarının yavaşlaması
* Sanayi sektöründe fazla kapasite yaratılmış bulunması
* Gelir dağılımındaki eşitsizliğin giderek büyümesinin küresel ekonomide talep yetersizliğine ve tasarruf fazlalığına yol açması.
Irwin, bu yapısal faktörlerin ekonomik büyümeyi sınırlayan etkileri sürerken hükümetlerin buna karşı düşük faize ve genişlemeci maliye politikalarına abanmaktan başka bir çözüm yolu bulamadıklarına dikkat çekiyor. On yıldır sürmekte olan bu yavaş büyüme hikayesinin öncelikle Avrupa’da etkili olduğunu ve ABD dahil birçok Batı ülkesinde gelir artışı yetersiz kalan geniş toplum kesimlerinin tepkisine yol açtığını hatırlatan Irwin, bu tepkinin de popülist liderleri iktidara taşıdığını vurguluyor. Trump gibi popülist liderlerin davranışları ise yeni sorunlara yol açabiliyor.
Ticaret savaşı tehdidi
Bu süreçte şimdi gelinen noktada, başta ABD olmak üzere pek çok ülkede küreselleşme karşıtlığının güç kazandığını ve korumacı politikalara yönelme eğiliminin arttığını görüyoruz. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak gündeme gelen ticaret savaşı tehdidi de dünya ekonomisinde büyümeyi frenleyen yeni bir etken olarak ortaya çıkıyor.
Yazılarını yıllardır izlediğim tanınmış ekonomist Stephen Roach, Project Syndicate web sitesinde yayınlanan son yazısında, dünya ticaretinde gözlenen ciddi yavaşlamanın dünya ekonomisinin büyüme döngüsüne yaptığı katkıyı verilerle ortaya koyuyor. Roach’un kullandığı verilere göre, dünya ticareti 2008 öncesindeki 20 yıl boyunca yılda %7.1 büyüdü, krizden sonraki toparlanma kalıcı olamadı ve dünya ticaretindeki yıllık büyüme 2012-2018 döneminde %3.6’ya düştü.
Küreselleşmenin zirve yaptığı 2002-2007 döneminde dünya ticaretinin büyüme hızı dünya ekonomisinin büyüme hızının 1.6 katına erişirken 2012-2018 döneminde bu fark sıfırlandı, dünya ticaretindeki büyüme dünya ekonomisindeki büyümeye ayak uydurmaya başladı.
ABD Başkanı Trump’ın gündemin baş maddesi haline getirdiği ticaret savaşı tehdidinin, dünya ticaretindeki yavaşlamayı yeni boyutlara taşıması kaçınılmaz görünüyor. Bu nedenle ABD ile Çin arasındaki ticaret rejimi pazarlığı şu anda dünya ekonomisinin gidişatıyla ilgilenen herkesin en yakından izlediği konu haline gelmiş durumda. Dünya borsaları da bu görüşmeleri yakından izliyor. Görüşmelerin gidişatıyla ilgili her yeni haber dünya ekonomisinin geleceğiyle ilgili beklentileri etkiliyor ve bu etki borsalara da yansıyor.
Asli fail teknoloji mi?
Küreselleşmeyi bugün yaşanan sorunların ana kaynağı olarak gören ve korumacılığa dönüşü savunanlara karşı asli failin küreselleşme ve ticaret değil teknolojideki dönüşüm olduğunu ileri sürenler de var. Dijital devrimin, robotikteki atılımın, yapay zekanın ve diğer gelişmelerin, küresel ekonominin yapısını tamamen değiştirerek insanın bu süreçteki rolünü yeniden belirlemesinin, sisteme duyulan tepkinin asıl nedeni olduğunu iddia edenlerin inandırıcı tezleri var. Teknolojideki gelişimin verimliliği artırarak yapacağı olumlu etkinin yanı sıra toplumsal tepkileri besleyen boyutunu da hesaba katmak gerekiyor galiba.