Dünya ekonomisi, enflasyon ve petrol

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ [email protected]

Petrol fiyatlarının dünya ekonomisi için çok önemli stratejik fiyatlar listesinde ön sıralarda yer aldığına kuşku yok. Fakat acaba petrol fiyatları 1970'lerdeki kadar önemli mi? Ve 1970'lerdeki iki petrol şoku dışsal şoklar mıydı? İlk soruya "hayır" cevabını vermekte zorlanmayabiliriz. Aslında ikinci soruya da "hayır" cevabını vermek için yeterli veri bulunuyor gibi. 1973 şoku öncesinde uluslararası likidite artışı had safhada artmış ve dünya ticareti çok ısınmış durumdaydı. Dolar arzındaki artışın en büyük nedeni Almanya ve Japonya'nın rekabetiyle bunalan ve, verimliliğin artmadığı bir ortamda, Vietnam savaşıyla uğraşmakta olan ABD'nin ödemeler dengesi açıklarıydı. Richard Nixon 15 Ağustos 1971'de doların altına konvertibilitesini kaldırdı ve Aralık 1971'de Smithsonian anlaşmasıyla dolar yüzde 9 devalüe edildi. Ancak bu kararlar kalıcı olamadı. Dünya ticaretinde sıkışmış durumda olan ABD ödemeler dengesi açığını durduramadı. 1970-72 arasında ABD o günkü kurdan 47 milyar dolar civarında döviz borcu yarattı. Bu rakamın önemini görmek için, uluslararası dolar rezervlerinin 1970 yılında 93,2 milyar dolar iken 1973'te 183,5 milyar dolara yükseldiğini hatırlatalım. Ödemeler dengesindeki kanama ve yeni bir devalüasyon söylentisi dolardan kaçışı hızlandırdı. 1973 Mart ayında da Bretton-Woods (sabit kur) sistemi tarihe gömüldü.

Petrol fiyatlarının artışı altına bağlı olmaktan çıkan ve dalgalanmaya bırakılan doların uluslararası likidite arzını sağlam "fiziksel" bir temele bağlama arzusuna bağlanabilir. Belki de bir dönem, petrol fiyatlarıyla dolar arasında sağlam bir ilişki olduğu varsayımıyla, bir tür bi-metalik sistem benzeri olarak dolar-petrol çiftinin işlediğini düşünebiliriz. Petrodolarların genellikle ABD sistemine geri dönmesi de petrol krizinin ayrı bir sonucu oldu. Objektif olarak bu şokların Avrupa karşısında ABD'ye yaradığı açık olduğu gibi, şok yaratımının teknolojisinde de ABD yönetiminin rolü olduğunu göstermeyi deneyenler ikna edici senaryolar üretebildiler. 2003 sonrası petrol fiyatı artışlarında ABD'nin rolünü arayacaksak belki de daha stratejik nitelikteki siyasal iktisat planlarına bakmalıyız. 2001 resesyonu öncesinde ve özellikle 2002-2007 döneminde saf iktisat açısından bakarsak durum farklıydı: ABD dış açık vermekle beraber dolar güçlüydü ve verimlilik tarihi bir dönemden geçildiğinin iddia edilmesine yol açacak kadar artmış görünüyordu. Büyüme hızlı, enflasyon düşüktü ve işsizlik artmıyordu. Bu şartlarda ABD'nin stratejik kararlarını anlamak için daha aşikar bir şekilde siyasete ve siyasal iktisada yönelmek gerekeceği açıktı. Aslında petrol fiyatları tepe yapmaya başlar ve Rusya'nın uluslararsı alanda elini güçlendirirken petrol fiyatlarındaki artış ABD için önemli bir enflasyon kaynağı durumundaydı çünkü kapasite kullanımı hala yüksekti. Fakat belki de ABD stratejik rezervlerini kullanarak ve hala varolan, kullanılmayan kapasiteyi devreye sokarak petrol fiyatlarını düşürebilirdi. Ancak ABD bunu yapmadı. OPEC de önemli bir kapasite artışına gitmedi ve 1998'de Rusya krize girdiğinde 10-12 dolar olan varil başına petrol fiyatı spekülatif dalga öncesinde bile rahatlıkla 40-50 dolara yükselmişti.

Ayrıca, aynen Türkiye'de olduğu gibi, petrol fiyatlarının Avrupa'daki enflasyona etkisi aslında doğrudan değil: bu etkinin önemi akaryakıt ürünlerinden alınan verginin yüksek oranlı olmasından kaynaklanıyor. Bütçe fazlasının olduğu pek çok AB ülkesinde istenirse vergileri azaltarak fiyat artışlarının içeri yansıtılmaması mümkün. Kamu maliyesinde atılan adımlar ve merkez bankası bilançolarının 2.5 katı genişlemesi zaten gelecekte bekleyen "gizli enflasyon" olduğunu gösteriyor. Enflasyon geri gelirse önce maliyetleri etkileyecek: Sektör bazında bakarsak ABD için petrol fiyatları dışında enflasyon kaynağı semi-kondüktörler ve ücretler olabilir. Bu durumda da, University of California-Los Angeles'ten Robert Brenner'in 1965-73 dönemi için iddia ettiği gibi, önce göreceli fiyatlarda bir etki oluşabilir. Son ürünlerin fiyatları bir nedenle, örneğin sıkı uluslararası rekabet, ve bazı kilit sektörlerde (örneğin imalat sanayii) artamazsa ve/fakat girdi fiyatları artarsa, ceteris paribus, karlar düşer. Buradan ya yatırımların azalması sonucunda işsizlik ve düşen ücretlerle dengeye gelme -ki örneğin ABD'de otomotiv sektörü bunu zaten yapmak zorunda veya yokolacak- ya da göreceli fiyatlardan genel fiyat seviyesine sıçrama gelebilir. Bu sıçramanın mekanizması oldukça tartışmalı bir klasik ekonomi politik sorusu olarak kaldığı ve Adam Smith'den beri aşikar hale gelmiş olmadığı için bu konuyu burada kesmekte yarar var.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019