Dünya çıldırmış olmalı!
Terör yüzünden dünya zor bir hafta geçirdi. Yeni Zelanda'nın Christchurch kentinde Müslümanları hedef olan silahlı saldırı sonrasında Hollanda'nın Utrecht kentinde gerçekleştirilen eylem, radikal İslamcılar ve beyaz ırkçılar arasında giderek artan çatışmayı gündemin odağına oturttu. İki camiyi hedef alan Christchurch saldırısı, çok daha yıkıcıydı, 50 kişi hayatını kaybetti ve onlarca kişi de ağır yaralandı. Soruşturması sürmekte olan ve ilk saldırıya cevap niteliğinde olduğu sanılan ikinci saldırının ise kardeşi şu anda Türkiye’de hapiste bulunan ve Metin Kaplan liderliğindeki yasaklanmış radikal dinci örgüt ile bağlantısına ilişkin kayıtlar mevcut bir kişi tarafından gerçekleştirilmiş olduğu anlaşılıyor. Olayda eylemci bir tramvaya ateş açarak üç kişinin ölümüne neden olmuş bulunuyor. Kısasa kısas olarak görülebilecek bu saldırı, güç dengeleri değiştikçe ve her iki taraftaki siyasi liderler söylemlerini sertleştirdikçe dünyanın karşı karşıya kaldığı tehlikelerin altını çiziyor. Bir medeniyetler çarpışmasına mı sürükleniyoruz?
Tüm bu gelişmelere uzaktan şöyle bir baktığımızda dünya çıldırmış gibi görüyor. Tepkimiz ne olmalı?
Bu terör eylemlerini incelediğinde, failleri ne yaptıklarını bilmeyen çılgınlar olarak nitelendirme yönünde yaygın bir eğilim var. Ancak olanları daha analitik bir yaklaşımla değerlendirdiğinizde, faillerin kendi perspektiflerine göre yaptıkları şeyi son derece makul bir eylem olarak kabul ettiklerini görüyoruz. Söylemek istediğim şu: Bu kişilerin bir takım sorunları, bunalımları var. Suçu da hissiyatlarını kendi toplumlarına ve dünyaya duyurmak için işliyorlar. Sorunlarını ulusal ve küresel gündemlere yerleştirmek istiyorlar. Gelişmeleri böyle bir açıdan değerlendirirsek, bu tür eylemlere en iyi tepki, olayları ulusal ya da uluslararası kamuoyu önünde yaygın biçimde tartışmamaktır çünkü teröristler tam olarak bunu hedefliyorlar.
Yeni Zelanda Başbakanı ve ülke medyası saldırganın adını kullanmak istemiyor...
Aslında Yeni Zelanda hükümeti birçok açıdan örnek alınması gereken bir tutum izledi. Saldırganın davasını herkese duyurmasına imkan sağlamıyor. Bunun yerine söz konusu eylemi Yeni Zelanda'nın nasıl bir toplum olduğunu hatırlatmak için kullandı: burası farklı kökenlere, yönelimlere ve inançlara sahip birçok insanın bir arada barış içinde yaşadığı bir toplumdur mesajı verdi. Başbakan başta olmak üzere ülkenin liderleri acı çeken herkese derin empati sergiledi. Yaşananlardan dolayı büyük acı çeken ve gelişmelerden derin üzüntü duyan herkese, cenazeler dahil olmak üzere tüm anma törenlerine katılarak, onların duygularını paylaştıklarını; olayın toplumda, gelecekte çatışmalı bir ortama zemin hazırlayabilecek kalıcı izler bırakmasını istemediklerini gösterdiler.
Bu terör karşısında nasıl davranılabileceğinin olumlu bir örneği. Bazı liderler bu tip saldırıları affetme eğiliminde. Sizce böyle bir tavrın benzer olaylara yeniden karşılaşılmasına etkisi ne olur?
Bu tür olayları, ne yazık ki bazı siyasi liderler kendi savundukları politikaları güçlendirmek için bir fırsat olarak görüyor; ve böylelikle benzer eylemleri teşvik etmeye kesinlikle yardımcı oluyorlar. Bu gerçekten de iyi düşünülmemiş bir tutum, çünkü cini şişeden çıkarırsanız, ne yapacağını bilemezsiniz. Şu anda bu şiddet eylemlerini meşrulaştıran insanları bile çarpabilir. Demokratik toplumlarda istediğimiz şey, davası olan herkesin bunu açıkça ifade edebilmesi, diğerlerini barışçıl yollarla ikna edebilmesi ve bu yoldan kamu politikalarını etkileyebilmesidir.
Doğal olarak bu süreç, davayı savunan temsilcilerin seçimle göreve getirilmesini de içerir. Ancak, başkalarını ikna edemediğiniz zaman, hedeflerinize ulaşmanın tek yolunun şiddete başvurmak olduğuna karar verirseniz, bu yöntem fikir veya tercihleri sizden ayrışanları da aynı şekilde davranmaya yönlendirecektir. Sonuç, istikrardan tamamen yoksun ve çok tehlikeli bir sosyal ve siyasi ortam olacaktır.
Ne yazık ki, bu davranış şekli bir toplumda kendini göstermeye başladığında bulaşıcı bir etki yaratır. Birisi Yeni Zelanda’da olanları okuduğunda veya gördüğünde, aynı şeyi kendi toplumunda da uygulamaya özenebilir. Ayrıca, her olay kendilerini ona yanıt vermek zorunda hisseden muhalif kamptaki radikalleri harekete geçirebilir. Çağdaş iletişim vasıtalarının hızı da günümüzde bu sürece ivme kazandırıyor. Yeni Zelanda'da olayın faili veya arkadaşlarının çektiği video resimleri birkaç saat içinde tüm dünyayı dolaştı.
Tüm bu olaylarda, iki kamp var gibi görünüyor: bir tarafta beyaz ırkçılar ve diğer tarafta radikal İslamcılar. Bu grupların her ikisi de kendine özgü bir dünya görüşüne sahip. Samuel Huntington'ın Medeniyetler Çatışması tezi gerçekleşme yolunda mı?
Huntington, eserleri sayesinde bu tür yorumların önünü açmaya yardım etti, ve kehanetleri kendi kendini doğrular oldu. Radikallerin devreye girdiği uygarlık analizlerine baktığınızda, çoğunlukla çok sayıda yanlış bilgiye ve çarpıtılmış tarih yorumlarına dayandığını keşfedersiniz. Dünyayı kendi mensubu oldukları grup veya topluma cephe almış bir dizi düşmandan oluşuyormuş gibi algılıyorlar. Bu tür kutuplaştırıcı açıklama çerçeveleri, genellikle küresel veya yerel güç dağılımında ya da her ikisinde, bazı toplumların ya da grupların görece güç kaybetmeye başlamasının yarattığı gerilimler sonucu ortaya çıkar. Şu anda İkinci Dünya Savaşı sonrası düzen çökmekte ve henüz bunun yerini alacak ciddi hiçbir gelişme yok. Bununla birlikte, yeni dünyanın artık yalnız Batı ülkeleri tarafından yönetilmeyeceği açıktır.
Böylece güç dengelerinin değiştiği ve koltuklarını kaybetmekten korkanların, daha fazla statü kazanmaya aç olanlarla karşı karşıya geldiği çatışmalı bir ortam var. İki tarafın liderleri tansiyonu düşürmek için neler yapabilir?
Tercih edilmesi uygun gözükmeyen bir tutum olmakla birlikte, bazen cepheleşmeler yaşanması anlaşılabilir bir durum olsa da, cepheleşme mutlaka şiddet kullanmayı veya şiddete göz yummayı gerektirmiyor. Dünya liderleri terör eylemlerine destek anlamına gelebilecek hareketlerden ve açıklamalardan uzak durmalılar. Söylemlerinin ve eylemlerinin sadece yurtiçinde değil sınırların ötesindeki sonuçlarını da değerlendirmeleri gerekiyor. Örneğin, radikal fikirlere hitap etme stratejisi bir politikacının iç tabanını sağlamlaştırmasına yardımcı olabilirse de, birçok uluslararası sorunu da beraberinde getirebilir. Politikacının işi, birçok hedefe eşanlı olarak ulaşılmasını sağlayacak barışçıl çözümler geliştirmektir. Seçimleri kazanmak ile yurtiçi ve uluslararası barışı sürdürme başta çeşitli öncelikler arasında bir denge kurulmazsa, yurt içi seçim başarısının elde edilmesi geçici bir kazanç sağlayabilir, ancak uzun vadede gerek yurt içinde gerek yurt dışında yüksek maliyetlere yol açabilir.