Dünya Bankası’nın ‘Türkiye’ değerlendirmesi
Dünya Bankası Türkiye Ofisi’nin geçtiğimiz ayın sonu itibariyle yaptığı Türkiye ekonomisine ilişkin değerlendirmesi ilginç. Değerlendirme, bir yandan “fena değil” tespitlerine ve bir yandan da “risk” değerlendirmelerine yönelik. Yani; övüyor mu, dövüyor mu pek belli değil. İsteyen istediği gibi değerlendirsin şeklinde bir tespit. Müspet yönüyle görmek istersen de değerlendirmeler var, menfi yönden görmek istersen de.
1) Öncelikle “büyüme” ile ilgili tespitlere bakalım. Türkiye’nin 2013 yılındaki yüzde 4 büyüme gerçekleşmesi ve 2014 yılının ilk çeyreğindeki performansı dikkate alınarak 2014 yılı büyüme tahminini büyültmüş. Dünya Bankası, 2014 yılı büyüme hedefini yüzde 3.5’e yükseltmiş. Bunu da güçlenen ihracata ve devam eden kamu kesimi talebine bağlamış.
Şöyle ki; özel sektör talebi ile birlikte iç talebin büyümeye katkısı 2014 yılının ilk çeyreğinde düşmüş, fakat kamu talebe devam etmiş. Öte yandan daha da önemlisi, AB’deki ekonomik canlanma ve kurdaki değer kaybı sayesinde ihracat artmış ve net ihracat 2013 yılının tamamında büyümeyi 2.3 yüzde puan aşağı çekerken 2014’ün ilk çeyreğinde büyümeye yüzde 2.7 katkıda bulunmuştur. Kısacası Dünya Bankası bu gelişmeyi olumlu bulmuş.
2) Özellikle hükümet ile Merkez Bankası arasındaki “faiz” kavgasına ilişkin olarak Dünya Bankası, diplomatik bir dille Merkez Bankası’nı koruyor. Ekonomi 2014 yılının ilk çeyreğinde yeniden dengelenmeye başlamış olmakla birlikte, dış finansman risklerinin azaltılabilmesi için daha fazla düzeltmeye ihtiyaç duyulduğunu ve bu da ihtiyatlı para ve kontrollü maliye politikaları gerektirdiğini belirtiyor.
Olumsuz enflasyon görünümüne rağmen, TCMB mayıs ayında politika faiz oranını 50 baz puan düşürmüş, böylece ağırlıklı ortalama TCMB fonlama maliyeti yüzde 10.2’den yüzde 9.5’e düşmüş. Ancak; enfl asyon beklentilerindeki kötüleşme göz önünde bulundurulduğunda, TCMB’nin enfl asyonu hedefl enen oranlara düşürebilmesi için sıkı bir duruş sergilemesi gerektiğine vurgu yapılmış. Anlaşılan o ki; enfl asyon oranı karşısında bu politika pek kabul görmemiş.
3) “Enflasyon” ile ilgili değerlendirme de olumlu değil. Zira; enflasyon oranı, Merkez Bankası’nın yüzde 5 hedefinin oldukça üzerinde. Kurdaki değer kaybı, enfl asyon beklentilerindeki kötüleşme ve bunun fiyatlandırma davranışlarına yansıyan etkileri enfl asyondaki yükselmenin temel etkenleri olarak sıralanmış. Dünya Bankası’nın enfl asyon tahmini yüzde 8.2 dolayında.
Dolayısıyla enflasyon gelişmeleri de hiç olumlu bulunmuyor.
4) Önemli bir konu da “cari açık” konusu. Avrupa Birliği’ndeki toparlanma ve kurdaki değer kaybı sayesinde Türkiye’nin cari açığı bir nebze azalmış olmasına rağmen dengesizlikler halen yüksek bulunuyor. Kısa vadeli sermaye girişleri 2013 yılında cari açık finansmanının neredeyse yarısını oluşturmuştu. 2014 yılının ilk çeyreğinde, finansal piyasadaki çalkantılar portföy çıkışlarına sebep olmuş ve rezervlerden kullanımlar ile birlikte net hata ve noksan kalemi cari açık finansmanının büyük bir kısmını oluşturmuş. Ancak; daha yakın dönemde, belirsizliklerin azalması ve iyileşen küresel beklentiler ile birlikte sermaye girişleri tekrar başlamış durumda. Dünya Bankası, yıl sonu cari açık hedefini 52.2 milyar dolar olarak tahmin etmiş. Önceki yıla göre olumlu gelişme.
5) “Bütçe” ile ilgili gelişmeler çok iç açıcı bulunmamış. Vergi gelirlerindeki düşük performans ve büyük reel harcama artışları sebebiyle mali sonuçların biraz kötüleştiği belirtilmiş. Bir önceki yılın aynı döneminde 4.3 milyar TL fazla veren merkezi yönetim bütçesi, bu yılın ilk beş ayında 2.8 milyar TL açık vermiş; faiz dışı fazla yıllık bazda yüzde 15 düşerek 22.1 milyar TL olarak gerçekleşmiş. Yıllık bazda reel harcamalar yüzde 6.3 artarken, reel gelirler yüzde 1,9 artmış. Vergi gelirleri ise reel bazda yüzde 0.6 oranında sınırlı artış göstermiş. Bununla birlikte, istikrarlı büyüme ile birlikte yıl sonu hedefl ere ulaşılabileceği öngörülüyor. Fakat gelirlerin döngüsel yapısı ve zorunlu harcamaların artan ağırlığının, mali riskler sunmaya devam ettiği vurgulanıyor. Yani bu noktada da sıkıntı var değerlendirmesi yapılıyor.
6) Ancak; yatırımcı güvenini arttırmak ve orta vadede Türkiye’nin büyüme potansiyelini güçlendirmek için şeff afl ığı arttırmaya ve yatırım ortamını iyileştirmeye yönelik reformlara ihtiyaç duyulduğuna vurgu yapılmış. Gerçekten de Türkiye’nin orta ve uzun vadede yapması gereken en önemli dönüşümlerden birisi olsa gerek. Yapısal düzenlemelerin, birbirini izleyen seçimlere ve diğer gerekçelere bağlı olarak ötelenmesi veya ıskalanması, ileride sorunların daha da kronik hal almasına neden olacağı gün gibi ortada.
Daha hızlı ve daha sürdürülebilir ekonomik büyüme nihayetinde yatırımların ve ekonomik rekabet gücünün arttırılmasına bağlı olacak. Özellikle hukukun üstünlüğünün ve kamu sektöründe yönetişimin güçlendirilmesi için ilave adımlara ihtiyaç duyulduğu belirtiliyor. Hükümetin bu yılki reform gündeminde işgücü piyasalarını daha esnek hale getirmeye yönelik yeni bir İstihdam Stratejisinin kabulü ve vergi sistemini sadeleştirmeye yönelik yeni düzenlemelerin benimsenmesi öneriliyor.
Sonuç olarak; ekonomimizin çeşitli riskler taşıdığı ve mutlaka önemli yapısal reformlara ihtiyaç duyulduğu anlaşılıyor.