Dünya Bankası raporu ve yeni nesil küreselleşme

Osman AROLAT
Osman AROLAT AROLAT'tan [email protected]

Dünya Bankası 2013 raporu, 2008 krizi sonrası gelinen noktanın, krizin son bulmasından çok, dünyada korumacılık eğilimlerinin arttığını ortaya koyuyor.

Raporda bu sonuca vardıran üç veri yer alıyor. Bunlardan ilki ihracatın milli gelir içindeki payı. Bu 1980’li yıllarda yüzde 22’ler seviyesindeyken, 2008 krizi öncesi yüzde 34 seviyesine kadar yükselmişti. Krizden bu yana ise oran olarak yükselmiyor, paralel seyrediyor. İkinci veri yabancı sermaye akışı. Bu konuda bütün dünyada kriz sonrasında bir düşüş yaşanıyor. Sadece Afrika bunun dışında artış olan bölge. Rakamla ifade edersek 2007’de 11 trilyon dolar olan yıllık yabancı sermaye toplamı bu yıllarda 3-4 trilyon dolar seviyesine, üçte birine inmiş durumda. 1990-2007 döneminde 5 trilyon dolar seviyesine yükselmiş olan sınır aşan banka sermayesi de 2012 yılında aynı şekilde üçte birler seviyesinde.

Bu tabloya bağlı olarak 2009 yılında Brezilya korumacılığın başlama vuruşunu yaptı. Bunu İzlanda, Güney Kore, Tayland ve Endonezya gibi ülkelerin aldığı  korumacılık kararları izledi. İthalata vergi getirerek, yerli sanayilerini koruyucu önlemler alarak bunu sağlamaya çalıştılar. Kanada, halen yabancı sermaye konusunda seçici ve kısıtlamayı sürdürüyor.

Dünya Ticaret Örgütü’nün dünyayı kapsayan ticari düzenlemeleri yerini ikili ya da bölgesel  ticaret anlaşmalarına bıraktı. Bu işte önderliği dünya ekonomisinin bir numarası Amerika yapıyor. Amerika bu konuda ilk harcı, öne düşerek 2008’de Trans Pasifik İşbirliği bünyesinde 12 ülke ile gerçekleştirerek attı.

Bu durumu tanımlamak gerekirse “Yeni nesil bir küreselleşme” doğdu diyebiliriz. Bu yeni nesil küreselleşmede bazı kapitalist ülkeler sıkça “Bu bizim çıkarımıza aykırı” diyerek belli alanlarda kapılarını kapatabiliyorlar. Bundan yararlanabilenler devlet kapitalizmi uygulayan Çin ve Rusya gibi ülkeler oluyor. Uygulamalar, Washington Konsensüsü’nün rafa kalktığını gösteriyor.

Bunun yanında iki olumlu gelişmenin de olduğunu belirtmek gerekir. Bunlardan biri krizlerin fonlarla ilişkisini gören AB’nin artık yavaş yavaş Avrupa Parasal Birliği’ni oluşturma çalışmalarını hareketlendirmesi oldu. Bunun yanı sıra bankalar ve şirketler daha disiplinli hareket yolunu seçtiler. Bankalar için Basel III kriterleri ile daha sıkı kurallar gündeme geldi. Bu disiplin getiren konular ülkelerin rezerv para birikimlerini artırdı. Bu rezervler toplam dünya ticaretinin yüzde 50’sine ulaştı. Bununla beraber full konvertibilite deyiminin kullanımı artarken, “serbest” sözü daha az kullanılır oldu...

Bölgesel Serbest Ticaret Anlaşmaları’nın sayıları da büyük artış gösterdi. 1958’den 2001’e kadar 43 yılda 104 bölgesel ticaret anlaşması imzalanmışken son 12 yılda sayı 154’e ulaşmış durumda. Amerika, görünüşte ticaret serbest derken, anlaşmalarla Meksika, Şili, İsrail, Güney Kore gibi bazı ülkelere imtiyaz tanırken, bizim gibi bazı ülkeleri üçüncü ülke durumunda tutuyor. Çin ise tüm tarifeleri düşük tutarken, “duyarlı olduğu” sektörlerde kısıtlamalar uyguluyor.

Yeni dönemde 3D uygulaması gündemde. Devlet mülkiyetinde, Devlet korumasında ve Devlet finansmanında...

Bu durumun yeni korumacılığı gündeme getireceği kesin. Devletler özel imalat koşullarını geliştirme yolunda adımlar atacaklar. Yabancı sermayeli yatırımlara yerli imal oranına bağlı koşullar getirecekler. İthalatları kısıtlayacaklar. Bu durumun öncülüğünü bugün BRIC ülkeleri yapıyor ve bu da dünyaya yayılacağını gösteriyor. 

Bu fikir jimnastiğini biraz soluklanalım, ülkedeki kısır tartışmalardan uzaklaşalım diye yaptım...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar