Dubai ve Yunanistan
Biri yakın komşumuz, diğeri ise özellikle son yıllarda yatırım, ticaret ve gayri-menkul alanlarında ilişkilerimizi geliştirdiğimiz küçük bir Arap ülkesi. İki ülkenin de riskleri son dönemlerde farklı nedenlerden dolayı artış göstermekte. Farklı nedenler derken, aslında krize girmelerinin ana nedeninin küresel kriz olduğunu da vurgulamak gerekiyor.
Dubai'nin iflasa sürüklenmesi aslında hiç de sürpriz değil. Küresel kriz olmadan önce bile Dubai'yi Las Vegas'a dönüştürme amacıyla yapılan gayri-menkul yatırımlarının fizibilitesi oldukça tartışma konusuydu. Peşi sıra dikilen çirkin gökdelenlerin, denize toprak doldurularak inşa edilen palmiye ve Dünya şeklindeki adalara yapılan lüks konut projelerinin batmaması mümkün müydü ki? Yapım maliyetlerini bir kenara bıraksak bile, sıcak çöl ortamındaki bu binaların işletme masrafları bile altından kalkılacak boyutlarda değil. Kriz ile birlikte işsizliğin artması ve büyük çoğunluğu yabancılardan oluşan beyaz-yakalıların ülkeyi terk etmesi ise sonun başlangıcı oldu. Geldiğimiz noktada, Dubai Emirliği'nin sahibi olduğu "Dubai World" şirketinin borç ödemelerini Mayıs 2010'a kadar dondurması söz konusu. Aslında bu durum "de facto" bir iflas (default) durumu. Ancak, olayın bu şekilde yansıtılması bu şirkete kredi kullandırmış olan çoğu Batılı finans kurumu tarafından da rahatsız edici bulunacağı için, olay "borç erteleme" olarak yansıtılıyor. Bu noktada acaba hangi kuruluş Dubai World'ün 59 milyar dolara ulaşan borçlarını refinanse edebilir? (Olayın Dünya piyasalarında yarattığı şok karşısında Şeyh El Maktum geri adım atarak borçların tamamının değil de, sadece 26 milyar dolarlık kısmının yeniden yapılandırılacağını söyledi.)
Yüzde yüz bir devlet kuruluşu olmasına rağmen Dubai Hükümeti Dubai World'e finansman desteği sağlamayacağını belirtti. (Bence bu durum isteksizlikten daha çok imkansızlıktan kaynaklanmakta.) Bu şartlar altında gözler petrol gelirleri nedeniyle mali durumu gayet iyi olan komşusu Abu Dabi'ye çevrilmiş durumda. Dubai World'ün aynı zamanda BAE'nin en büyük limanının da sahibi olması Abu Dabi'nin bu konuda tarafsız kalmasını önlüyor. Ancak Abu Dabi'nin yapacağı yardımda "seçici" olacağını açıklaması, bazı kuşkular doğurmakta. Özellikle, Abu Dabi'nin seçimlerinde Körfez ve İslam ülkelerinden olan alacaklıları tercih etmesi Dünya finans piyasalarında oldukça rahatsızlık yaratacak bir gelişme olur.
Yunanistan'ın durumu ise bir başka alem. Sene başında milli hasılanın %6'sı olarak hedeflenen 2009 bütçe açığının %12.7 gibi anormal yüksek bir oranda gerçekleşeceği tahmin ediliyor. Bu durumda tabii ki küresel krizin ekonomide yarattığı daralmanın etkisi var. Ancak, onun dışında, geçmiş Hükümet döneminde uygulanan seçim ekonomisinin de bu rekor açığa önemli bir katkısı söz konusu. Önce Avrupa parlamentosu seçimleri öncesinde, sonra da yakın zamanda gerçekleşen ulusal seçimler öncesinde Hükümet kesenin ağzını iyice açtığı gibi, vergi tahsilatlarını da tamamen aksatmış. (Bizim de haliyle oldukça aşina olduğumuz konular bunlar!) Her ne kadar yeni iktidara gelen Hükümet bütçe açığını kontrol altına almak için bazı palyatif önlemler planlamakta ise de (kurumlardan bir defalık %10 ek vergi alınması gibi), ülkenin kronikleşen bütçe açığının %3 seviyesine geri getirilebilmesi için daha ciddi yapısal tedbirler alınması gerekiyor. Özellikle Yunanistan'ın hızla yaşlanan nüfusu bütçe politikaları açısından önemli bir handikap teşkil etmekte.
Yunanistan ile ilgili bugüne kadar fazla değinilmeyen bir konu ise bankacılık kesiminin durumu. Her ne kadar Yunan bankaları doğrudan toksik varlıklara yatırım yapmadıkları için varlık krizinden etkilenmediler ise de, krizin reel sektör üzerinde yarattığı etkilerden kaçabilmiş değiller. Yunanistan'ın kendi içinde yatırım imkanları kısıtlı olduğu için, Yunan bankaları son yıllarda özellikle Balkan ülkelerine oldukça büyük miktarlarda yatırım yaptılar. Yunan bankalarının Makedonya, Arnavutluk, Bulgaristan ve Romanya gibi ülkelerdeki toplam risklerinin tutarı 55 milyar euroyu bulmakta. Yunanistan milli hasılasının %22'sine tekabül eden bu miktar hiç de az değil. Ayrıca Yunan bankaları Avrupa Merkez Bankası'nın sağladığı likiditenin %5.5'ini kullanmaktalar. AMB'nin yakın zamanda bu likiditeyi geri çekmesi bekleniyor.
Bu iki ülkedeki gelişmeler Türkiye'yi ne ölçüde etkiler? Dubai ile iş ilişkisi olan özellikle müteahhitlik firmalarının alacaklarının ciddi şekilde aksaması beklenen bir gelişme. Bunun dışında Dubai World'ün iflas etmesi durumunda, bundan doğrudan etkilenecek olan yabancı global bankaların Türkiye gibi yakın coğrafyadaki ülkelere (zaten azalmış olan) kullandırdıkları kaynaklarında daha da azalma olması beklenebilir. Ancak, olası Dubai iflasının uluslararası yatırımcılar gözünde Türkiye'yi doğrudan "sat" statüsüne itecek bir gelişme olduğunu düşünmüyorum. Yunanistan'daki gelişmeler ise, ister istemez Türkiye'nin zaten aksayan maliye politikası ve finansman imkanlarının da daha ciddi bir şekilde mercek altına alınmasına sebep olacaktır.