Dövizli sözleşmelerin uyarlanması, sorunlar ve süre ihtiyacı
85 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile Türkiye’de yerleşik kişilerin, kendi aralarında yapacakları her türlü sözleşmede, tarafların yükümlülüklerini para cinsinden oluşturan edimleri döviz cinsinden veya dövize endeksli olarak belirlemeleri yasaklanmış ve bu kararın yayımından önce döviz üzerinden yapılmış, bir başka deyişle sözleşme edimi döviz olarak kararlaştırılmış sözleşmelerdeki döviz bedellerinin taraflarınca 13 Ekim tarihine kadar Türk Parası cinsinden yeniden belirlenmesi yükümlülüğü getirilmiştir. Söz konusu kararın, daha önce yapılmış sözleşmelere getirdiği uyarlama yükümlülüğünü geçen yazımda irdelemeye başlamıştım. Bu yazımda da devam ediyorum.
Geçen yazımda da belirttiğim gibi kararda, edimi döviz olarak kararlaştırılmış sözleşmelerdeki döviz edimin TL’ye çevrilmesi yükümlülüğü getirilmiştir. Bu yükümlülük, edimin dövize endeksli olduğu sözleşmeleri ilgilendirmemektedir. Bu uyarlamada yeni edim sadece TL cinsinden belirlenebilecektir.
Buna karşılık 13 Eylül’den sonra yapılacak sözleşmeler için, döviz veya dövize endeksli edim kararlaştırılamayacak olmakla birlikte döviz dışında, örneğin altın veya diğer kıymetli madenlerin ödeme aracı veya ölçüsü olarak kullanılması kısıtlanmamıştır.
Bu uyarlama yükümlülüğü kimleri ilgilendirmektedir. Bu uyarlama yükümlülüğü Türkiye’de yerleşik kişilerin kendi aralarında yaptıkları sözleşmeler içindir. Bir başka deyişle döviz üzerinden yapılmış bir sözleşmenin uyarlama zorunluluğu ancak karşılıklı tarafları Türkiye’de yerleşik ise söz konusudur.
O halde Türkiye’de yerleşik kişilerin kim olduğu sorusu önem taşımaktadır. Bu sorunun cevabı 32 sayılı TPKK kararının 2/b maddesindedir. Düzenlemeye göre Türkiye’de yerleşik kişi; “yurt dışında işçi, serbest meslek ve müstakil iş sahibi Türk vatandaşları dahil, Türkiye’de kanuni yerleşim yeri bulunan gerçek ve tüzel kişilerdir”. Yerleşim yeri kavramı Medeni Kanun’un konusudur. Nitekim yerleşim yeri kavramı, Türk Medeni Kanunu’nun 19. maddesinde “bir kimsenin sürekli kalma niyetiyle oturduğu yer” olarak tanımlanmıştır. Burada önemli ibare “sürekli kalma niyeti”dir. Sürekli kalma niyeti yoksa kişinin kaldığı yer yerleşim yeri sayılmaz. Örneğin yabancı futbolcular, bir sözleşme ile Türkiye’ye gelmişler ve sözleşmeleri bitince ya ülkelerine döneceklerdir veya bir başka ülkeye transfer olacaklardır. Türkiye’de sürekli kalma niyetlerinden söz edilemez. O halde bu karar, onlarla yapılan sözleşmeleri ilgilendirmemektedir.
Bazı yazarların gelir vergisinde tam mükellef olma ölçütlerini de yerleşiklik halinin tespitinde dikkate almakta ve bir takvim yılında altı aydan fazla Türkiye’de kalanlarında yerleşik sayılacağını savunduğunu görmekteyim. Bu görüş bana göre külliyen yanlıştır. Söz konusu 6 ay kuralı, vergi hukukuna aittir. Bir hukuk dalının kuralını (vergi hukukunun) bir başka hukuk dalına (kambiyo hukuku) aktarabilmek için, o hukuk dalının ya diğerine atıf yapması veya diğer hukuk dalının kavramını kullandığının açık olması yahut bu konuda kıyası gerektiren bir boşluğun bulunması gerekir. Oysa 32 sayılı Karar'da vergi mevzuatına ne bir atıf vardır ne de kararın yerleşik kişi tanımında bir boşluk vardır.
13 Eylül tarihinden itibaren sözleşmelerde edimi döviz üzerinden veya dövize endeskli olarak belirleme yasağına ve bu tarihten önce döviz üzerinden yapılmış edimli sözleşmelerin Türk Parası'na uyarlanması yükümlülüğüne istisna getirme yetkisi Hazine ve Maliye Bakanlığı'na tanınmıştır. Bakanlık bu konuda bir düzenleme çalışması içerisinde olduğunu açıklamıştır. Bu konuda bir belirsizlik ve beklenti söz konusudur. Bu nedenle pek çok sektör, 13 Ekim yaklaşırken haklı olarak rehavet içerisindedir. İş dünyasının bir an önce bu belirsizlikten kurtarılması gerekmektedir.
Bu konudaki bir sorun da sözleşme uyarlamasının damga vergisi doğuracak olmasındadır. Damga vergisine ilişkin mevzuatına bakılarak, uyarlamalarda sözleşme ediminin değişecek olması nedeni ile damga vergisinin doğacağı ileri sürülmektedir. Ancak etik açısından bakılırsa sorun bir adaletsizlik de içermektedir. Özel hukuk sözleşmelerine -kamu yararı nedeni ile haklı da olsa- yapılan müdahale ile adeta “durup dururken” sözleşme tarafları kamu zoru ve baskısı ile mali yükümlülük altında bırakılmaktadır. Bence burada, daha önce yapılmış ve damga vergisi ödenmiş sözleşmelerle ilgili olarak, 85 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı gereği hiçbir hükmü değiştirilmeksizin sadece ediminin uyarlanması dolayısıyla düzenlenecek protokollerin damga vergisinin konusu dışına çıkartılması gerekmektedir. Burada söz konusu düzenleme, bahsettiğimi koşullarla düzenlenecek uyarlama protokollerinin yeni bir sözleşme oluşturmayacağı ve damga vergisinin konusuna girmeyeceği, bir Genel Tebliğ ile kabul olunabilir.
Görüldüğü gibi konu çok sorunludur. Alt mevzuat (Bakanlığı istisna düzenlemeleri) oluşturulamamıştır. Damga vergisi sorunu açıklık beklemektedir. Üstelik yeni edimin taraflarca uzun süreli sözleşmeler açısından belirlenmesi, çok güç olduğu gibi bazen uzun pazarlıklar da gerektirmektedir. Şu an itibariyle uygulamada bunu başarabilmiş, tarafları anlaşabilmiş sözleşme yok gibidir. 13 Ekim günü yaklaşmaktadır. Binlerce sözleşmenin tarafını idari yaptırım karşısında bırakmamak için, 30 günlük sürenin uzatılması bana göre zaruri görünmektedir.