Dövizde ne olacağı banka bilançolarına da bağlı
Bizim Türkiye’de, politikacılar, fırsat buldukça, bankalardan şikayet ederler. Popülizmin kolay yoludur. Bir nevi eşeğini dövemeyen semerini döver hadisesidir. Esasen söylenenlerin aslı yoktur. Türkiye’de 2000-2001 krizi bankalardan çıkmıştır. Sonraki Kemal Derviş reformlarının temel amacı hep bankacılık sisteminin güçlendirilmesi olmuştur. Türkiye, 2008 krizine güçlü bir bankacılık sistemi ile girdiği için krizi göreli olarak kolay atlatmıştır. Bu hala böyle midir? Bankalarımız hala güçlü müdür? Akılda tutmamız gereken ve esasen yabancı yatırımcıları da bugünlerde ilgilendiren temel soru budur. Şimdi siz “dolar buradan nereye gider?” diye merak mı ediyorsunuz? Bakmanız gereken yer bana kalırsa banka bilançolarıdır. Önce kısa bir notla başlayayım. 2013 yılı ödemeler dengesi istatistiklerinde görünen şudur: Amerikan Merkez Bankası’nın (Fed), paspaslama operasyonuna başlama niyeti ciddileştikçe Türkiye’ye net fon girişi yavaşlamıştır. Fed’in eski başkanı Bernanke, Mayıs 2013’te “Biz herhalde paspaslamaya bu yıl başlayabiliriz” diye sürpriz yaptı, memlekete aylık net fon girişi birden 3 milyar doların altına düştü.
Ocak-Nisan döneminde daha ortada bir paspaslama muhabbeti yoktu. Sonra Mayıs’ta aniden orta yere paspaslama lafı düştü. Ekim ve Kasım’da ortalığı “acaba bu yıl başlamaz mı?” muhabbeti sardı. Sonra Aralık 2013’te Bernanke görevi Yellen’a bırakmadan tahvil alımlarını 10 milyar dolar azalttı ve paspaslama operasyonunu başlattı. Şimdi ödemeler dengesinden fon girişlerine bir bakalım: Ocak-Nisan döneminde ortada paspaslama ihtimali yokken, Türkiye’ye aylık ortalama net fon girişi yaklaşık 11 milyar dolar oldu. Mayıs- Eylül döneminde rakam aylık ortalama 2,7 milyar dolara indi. En son Eylül rakamı 1,5 milyar dolar bile değildir. “Bu yıl olmayabilir” diye konuşulan Ekim-Kasım döneminde ortalama yaklaşık 6 milyar dolarlık fon girişi oldu. Sonra Aralıkta operasyon başladı ve rakam aylık 2,9 milyar dolara geriledi.
Memlekete fon girişi bitmedi ama yavaşladı. Lira dolar karşısında değer kaybetmeye başlar. 2014’te döviz ihtiyacı aylık ortalama 18 milyar civarındayken, fon girişi 2 milyar düzeyinde olursa ne olur? Unutun cari işlem açığını 60 milyar dolara yakın özel sektör borç ödemesi bu yıldadır.
Yıllık 30 milyar dolarlık yabancı fon girişi dişimizin kovuğuna gitmez. Ne olur? Lira dolar karşısında değer kaybeder. Ekonomi yönetimi tedbir almazsa, fiyat intibak eder, denge yeni bir noktada kurulur. Nokta.
Yukarıdaki senaryo normal şartlar altında bankalar konusunda bir şüphe yoksa olacak olandır. Bankalarımızın sağlığı ile ilgili hususlar IMF raporlarında ayrıntılı olarak zaten vardır. Gelin ben size bu konuda üç tespit yapayım. Birinci husus şudur:
Türkiye’de bankacılık kesiminin toplam aktifinin milli gelir içindeki payı 2005 yılında yüzde 63 iken, şimdilerde yüzde 95’lere ulaşmıştır. Ne olmuştur? Banka bilançoları büyümüştür. Bu normal şartlar altında iyidir. Ancak Türkiye’de bankacılık kesimi çok kısa bir süre içinde bilançosunu çok hızlı büyütmüştür. Burada önemli olan bu hızlı büyüme döneminde bilançodaki varlıkların kalitesi meselesidir.
Geleyim ikinci noktaya: Banka bilançoları, bilanço büyüklüğünün arttığı 2007-2013 döneminde, yapı değiştirmiştir. Dönemin başında bilançolarda kamu menkul kıymetleri ağırlıklıyken, dönem sonunda özel sektörün borçları ağırlıklı bir hale gelmiştir. Dönemin başında devlet iç borçlanma senetlerinin milli gelir içindeki ağırlığı yüzde 60’lar civarında iken şimdilerde yüzde 30’lara doğru gerilemiştir.
Bu esasen iyidir. Aradaki o yüzde 30’luk boşluğun özel sektörün borçları ile doldurulması gereği kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Aynı dönem banka bilançolarının da hızla büyüdüğü bir dönemdir. Hatırlatırım. Burada bilançodaki değişimin hızı bankalarımızın hata yapma ihtimalini de artırmış olabileceği için yabancı tasarrufçular nezdinde bugünlerde şüpheleri artırmaktadır. Ne yapılabilirdi? İhtiyaç olmadığı halde kamu borçlanması devam ettirilip, daha yüksek bir kamu borç stoku taşınıp, bankaların varlık ihtiyacı kamu tarafından karşılanır, geçiş süreci daha tedrici olarak düzenlenebilirdi. Olmadı. Artık bir başka sefere bakarız.
Üçüncüsü ise şudur: Banka bilançolarının milli gelir içindeki payının artmasına neden olan yurt içi mevduatlardaki artış değil, yurtdışından gelen yabancı para cinsinden fonlardaki artıştır. Türk bankaları, Fed’in parasal genişleme politikalarından olumlu olarak etkilenmiş, memlekete gelen fonlarla bilançolarının boyutunu büyütmüşlerdir. Dışarıdan gelen fonlarla örneğin ev kredileri finanse edilmiştir. Şimdi herkesi endişelendiren hadise işte tam da budur. Bir nevi “ilk günah sendromu” vaziyeti yani. Hoş değil.
Türkiye, dün kazanın doğurduğuna içtenlikle inanmış gibi yaparak, büyüme hızını artırmıştır. Şimdi ise kazanın öldüğüne inanmak zorundadır. Bankalarımız 2008 yılında, zamanın Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’in çizdiği çerçevede, kredi almış şirketlere destek olmuşlardı. Böylece kendilerini korumuşlardı. Bugün aynı başarının aynı kolaylıkla tekrarlanması zor görünmektedir