Döviz yükseldikçe yüreğimizi ağzımıza getiren işte bu tablo
Her ne kadar aksi söylense de, kur artışından ekonomimizin etkilenmeyeceği dile getirilip iş alemine ve vatandaşa moral verilmeye çalışılsa da döviz yükseldikçe hop oturup hop kalkıyoruz.
Döviz son dönemde yönünü biraz aşağı çevirdi ve yataya yakın seyrediyor diye kendimizi fazla rahat da hissedemiyoruz, çünkü gidişat bir anda tersine dönebilir, bunun kaygısını yaşıyoruz. Kaldı ki gelinen düzey itibarıyla çok yüksek oranda bir artış yaşamış durumdayız. Dolarda 7 liralardan buraya inmeyi iyileşme olarak görürken, aslında buralara yılbaşındaki 3.80’lerden geldiğimizi de unutmamalıyız.
Herkesin derdi başka... Vatandaş kurdaki artışın kendisine enfl asyon olarak döneceğini çok iyi biliyor, bu konuda deneyimli zaten.
İş alemi de kur artışıyla birlikte işlerin iyi gitmeyeceğinin farkında; bundan daha önemlisi dış borcunu ödemekte zorluk yaşayacağını görüyor. Türkiye kamu borcunun milli gelire oranı en düşük ülkelerden biri, bu doğru. Ama bu avantajı gölgeleyen, önemsiz hale getiren bir başka gerçek var. Türkiye’de özel sektörün borcu çok ve bu borç genel olarak hep artma eğiliminde...
Otuz yılda nereden nereye?
Türkiye’nin toplam dış borcuna otuz yıllık bir zaman diliminde bakalım istedik. Borcumuz nereden nereye gelmiş; bu borcun yapısı kamu- özel ve kısa vade-uzun vade ayrımında nasıl değişmiş...
Özel sektörün dış borcu otuz yıl önce, yani 1989 yılında yok denecek kadar az; yalnızca 6.6 milyar dolar. O yıldaki toplam dış borçta özel sektörün payı yalnızca yüzde 15.
Yine aynı yıl toplam dış borcun yalnızca yüzde 13’ü kısa vadeli, kalan yüzde 87’si uzun vadeli.
Arada dalgalanmalar olsa da iki konuda belirgin bir eğilim var. Dış borçta özel sektörün payı artmış, dolayısıyla kamunun payı azalmış; bir de kısa vadeli borcun payı artarken uzun vadelinin payında gerileme olmuş.
2001-2002 yılları... Türkiye tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birini yaşıyor. 2002 sayılarını aktaralım. 1989’da 6.6 milyar dolar olan özel sektörün dış borcu 43.1 milyara tırmanmış, kamunun dış borcu ise 37.3 milyardan 86.5 milyara.
1989’da yüzde 85’e 15 olan kamu-özel payı, 2002’de yüzde 54’e 46 olarak adeta dengelenmiş.
1989’da yüzde 13-87 olan kısa vade-uzun vade oranları 2002’ye gelindiğinde aynı düzeyde kalmış.
Ve 2018...
Dış borçta bu yıla ilişkin son veri ikinci çeyrek sonuna ilişkin. Türkiye’nin dış borcu toplam 457 milyar dolar. İkinci çeyrekteki 466.7 milyara göre bir azalma olduğunu vurgulayalım.
Kamu sektörü-özel sektör ve kısa vade-uzun vade dengeleri ise çok değişmiş durumda.
Hani hep diyoruz ya, kamunun dış borcu az, diye. Evet, kamunun dış borçtaki payı ne 1989’un, ne 2002’nin düzeyinde, artık çok düşük. Kamunun payı yüzde 31’e inmiş. Bir başka ifadeyle özel sektörün payı yüzde 69’a ulaşmış.
Vadedeki denge de bozulmuş; artık dış borcun yüzde 13’ü değil, tam yüzde 26’sı kısa vadeli.
“Özel sektörden bize ne” denilemiyormuş!
Siyasiler özel sektörün dış borcunun ülke ekonomisini olumsuz etkileyeceğini bildikleri halde bilmezden geldiler. Ama bazı siyasilerin aynı yaklaşımı sergilemediğini belirtip haklarını teslim edelim. Eski Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in şirketlerin döviz borçlanmasına sınırlama getirmek için çaba gösterirken gelecekleri gördüğünü unutmayalım. Yani “Siyasiler bu tehlikeyi bilmezden, görmezden geldi” derken genel yaklaşımdan söz ediyoruz.
Döviz borcu olmayan şirketlerin bir kısmı kur arttığında yaşanacakların kendilerine de dokunacağını gerçekten idrak edemediler.
Vatandaşlar kur artışının enflasyona yol açacağını bilmekle birlikte özel sektör borcunun yalnızca bu şirketleri ilgilendireceğini düşündüler ve örneğin istihdamda ciddi kayıplar yaşanabileceğini, sonuçta bundan en çok kendilerinin etkileneceğini pek göremediler.
“Bir musibet, bin nasihatten iyidir” sözü bir kez daha doğrulanıyor. Döviz kurundaki artıştan bu kez tam anlamıyla olmasa da ders almışa benziyoruz.
Ama mevcut tablonun sürdürülebilir olmadığı da ortada. Borcun dörtte biri kısa vadeliyse bu durum hep cenderede olunduğu anlamına gelmez mi...
Çok kısa sürede gerçekleşmeyeceği belli ama zaman içinde ne yapıp edip vadeyi uzatmamız gerekir.