Döviz piyasaları nereye koşturuluyor?

Uğur CİVELEK
Uğur CİVELEK ARKA PLAN [email protected]

Küresel düzeyde finansal gündemin üst sıralarına ipotek koyan haberlere baktığımızda döviz piyasalarını yönlendirme çabasının ön planda olduğunu görüyoruz. Bir yandan doların değerlenmesi lehine beklentilerin oluşması, diğer yandan yuan'ın değerlenmesi adına Çin yönetimine yönelik baskıların artırılması yönündeki gayretlerin arttığı dikkat çekiyor. Başta Yunanistan ve Portekiz'in durumu olmak üzere AB bölgesinde yaşanan sıkıntıları, ABD Sermaye Piyasası Kurulu'nun Goldman Sachs aleyhine açtığı davayı ve mali sektörü düzenleyip denetleyen kuralların katılaştırılması yönündeki gelişmeleri de bu kapsamda değerlendirmek gerekiyor.

Öncelikle sormak gerekiyor, kendisini olduğundan farklı göstermekte göreceli olarak başarılı sayılması gereken gelişmiş ekonomiler ne kadar şeffaf? Gerçekten finansal kesimdeki sürdürülebilir olmayan eğilimleri sonlandırmak ve birikmiş sorunları kalıcı olarak çözmek konusunda gerekli kararlılık ve birikmiş maliyeti ödeme gücü mevcut mu? Goldman Sachs hakkında açılan dava azalan güveni onarmak adına göstermelik bir nitelik taşıyor olabilir mi? AB bölgesindeki sorunlar son birkaç yılda oluşmadığına göre yetkililer bugüne kadar neden görmezden geldi?

Şahsen gelişmiş ekonomilerin de artan bir hızla şeffaflıktan uzaklaştığını, son krizin bu durumu tescil ettiğini düşünüyorum. Faaliyet dışı gelirlerin yokluğunda günü kurtarmanın bile mümkün olamayacağını, finansal kesimin etkili düzenlemeler çervesinde yeniden yapılandırılmasının beklentileri düzeltme amaçlı bir masal olduğunu, birikmiş sorunların çözüm maliyetinin katlanılabilir sınırların çok üzerinde olduğunu tahmin ediyorum. Bu nedenle çok uzun bir süredir yeni bir dünya düzeni peşinde koşuluyor, sorunların büyümesine göz yumulur iken günü kurtarmak başarı sayılır.

Finansal kesim yükselen maliyet kökenli enflasyon baskısını kontrol altına almanın birincil önemde olduğunu, sorunlar ağırlaşsa bile doların güçlenmesi durumunda bir süre rahat nefes alınabileceğini hesaplıyor. Zira aşırı gevşek para politikalarından vazgeçmenin mümkün olmadığı bir ortamda tereyağından kıl çeker gibi sermaye piyasalarını bozmadan emtia fiyatlarını geriletmenin başka bir yolu olmadığını düşünüyorlar. ABD ekonomisi düzeliyormuş gibi makyajlanacak, dolar cinsi yatırım yeniden cazip hale gelecekmiş gibi pazarlama yapılacak, diğer ekonomilerin sorunları abartılacak, dolar güçlendikçe sermaye piyasalarını olumsuz etkilemeden emtia fiyatları kontrollü bir şekilde gerileyecek. Faizlerin yükseltilmesine gerek kalmayacak, gelir dağılımı ve rekabet koşulları bozulsa bile faaliyet dışı gelirlerdeki artış sayesinde idare edilecek, geleceğe yönelik siyasi hesaplara kaldığı yerden devam edilecek.

Eğer dolar güçlenmez, tam aksine dolar kaybetmeye devam eder ise başta petrol olmak üzere emtia fiyatları yükselmeye devam edecek, para politikası aşırı gevşek kalmaya devam etse bile faizler yükselecek, en azından olumsuz beklentiler sermaye piyasaları ve bilançoları yıpratacak.

Güven bunalımını çözmek pek mümkün olamayacak ve ciddi bir kaos yaşanacak, ne kamu kesiminin, ne de mali sektörün geniş kesimler nezdinde herhangi bir itibarı kalmayacak.

Gündeme bu açıdan bakınca "Algıdaki değişim dolara yarayacak" veya "Uzmanlara göre Euro düşecek, dolar yükselecek" başlıklı haberlerin hangi amaca hizmet edeceğini kestirmek zor olmuyor. ABD ekonomisi 1995 yılında da benzer bir açmaz yaşamıştı. Para politikası sıkıştırılmış fakat enflasyon baskısı kontrol altına alınamamıştı, daha fazla sıkılaştırma ve faiz yükseltmenin gerek mali sektör, gerekse kamu kesiminde tahribat yaratacağı endişesi ön plana çıkmıştı. Eğer dolar güçlenir ise sorunların ağırlaşması pahasına günün kurtarılacağı görülmüş ve bu tercih benimsenmişti. Fakat doların güçlenmesi için küresel yatırımcıları buna ikna edecek bir hikaye lazımdı. Demokrat ve Cumhuriyetçi partiler yedi yılda bütçe açığını sıfırlayacak bir istikrar paketinde uzlaştı haberi ise bu ihtiyacı karşılamıştı; 1996 Kasım seçimleri sonrasında dolar güçlenmeye başladı, ABD rahatladı, fakat parası dolara endeksli Asya ekonomileri krize girince deflasyonist bir endişe dünyayı sardı... Bütçeye yönelik istikra paketi beklentileri yönlendirecek bir masaldı ve öyle kaldı. Söz konusu stratejinin ABD'ye maliyeti ise son kredi krizinde kısmen açığa çıktı!..

Ülkemizde de benzer bir durum var, faizlerin yükselmesini istemeyen mali sektörümüz Türk Lirası'nın değerlenmesi yönünde beklenti üretmeye ve eğilim yaratmaya çalışıyor. Bunun gelir dağılımı, rekabet koşulları, talep, istihdam ve krediler üzerinde yaratacağı tahribatı düşünmek bile istemiyor. Kısa vadeleri uç uca ekleyerek orta vadenin düzelmeeyceğini, sorunların çözülemeyeceğini biliyor ama aklına başka bir şey gelmiyor.

Can derdine düşüp başkalarına haksızlık etmek medeniyet değildir. Finansal kesimdeki gün kurtarma eğilimi yanız ülkemizde değil, küresel düzeyde insanlığın geleceğini karartıyor... Belirsizlik ve kırılganlık azalmıyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar