Döviz likiditesi ve kur riski
Sonuçları ne olur ise olsun seçimlerin geride kalması ile birlikte, Türkiye'nin gündemi farklılaşacak; ekonomik dengesizlikler ve yapısal sorunlara bağlı istikrarsızlık dalgalarını göz ardı etmek, temennileri tahmin diye pazarlayarak beklentileri yönetmek ve gündemi farklılaştırmak pek mümkün olamayacak. Ancak kapalı kapılar ardında tartışılan ve yokmuş gibi görülen korkular bütün haşmeti ile karşımıza dikilecek: Olası bir IMF anlaşması ile geçiştirilmeye çalışılan Türk Lirası'nın değerine ilişkin büyük sıkıntı ile eninde sonunda yüzleşilecek. Denize düşünce yılana sarılanların yaşayacağı hayal kırıklığının boyutu zaman içinde daha iyi anlaşılacak.
Değişik kurumların 2009 yılı Türkiye ekonomisi için yaptığı tahminleri incelediğimizde döviz kuru ayağının iyimser varsayımlarla geçiştirildiği ve bu yolla endişelerin gizlendiği dikkat çekiyor. Yaklaşık 30 milyar dolar düzeyinde bir dış finansman açığı olabilceği ve bunun IMF ile anlaşılması durumunda gelecek kaynaklar ve Merkez Bankası ile banka rezervlerinden rahatlıkla karşılanabileceği iddia ediliyor; sonuçta döviz konusunda bir likidite sıkıntısı yaşanmayacağı ve döviz kurlarının en fazla mevcut seviyeleri aşmayacağı beklentisi ekonomik birimlere benimsetilmeye çalışılıyor. Eğer bu yaklaşım gerçekçi değil ise Türkiye ekonomisine ilişkin 2009 yılı tahminlerinin gidebileceği tek bir yer var: Çöp sepeti.
Bu aşamada özellikle vurgulanması gereken temel bir gerçek var; döviz konusunda likidite sıkıntısının yaşanmayacak olması Türk Lirası'nın daha fazla değer kaybetmeyeceği anlamına gelmez. Döviz kurunun hangi seviyede olacağı ve nasıl bir eğilim sergileyeceğini belirleyecek olan risk alma istek veya isteksizliğidir. Kamu ve özel sektörün net döviz borcu, başka bir deyişle döviz açık pozisyonu 150 milyar dolar seviyesinin üzerindedir. Dalgalı kura geçiş sonrasında artan belirsizlik nedeniyle normalde azalması gereken bu rakam azalmamış artmıştır. Türk Lirası'nı tasarruflar için cazip kılan ve dolaylı olarak döviz kurunu yönlendirmeye çalışan para politikası uygulaması ve küresel likidite bolluğu ile yüksek düzeyli risk alma isteği bu sonuçta belirleyici olmuştur. Bugün için koşullar tümüyle tam aksi yönde değişmiştir: Kamu ve mali sektörde yaşanan aşırı kırılganlık nedeniyle para politikası büyük bir süratle değişmek zorunda kalmış ve kısa vadeli faizler seri bir şekilde geriletilmiştir; Türk Lirası tasarruf açısından cazibesini kaybeder iken borçlanma için uygun hale gelmiş, döviz kuru üzerinde yaratılan basıncın ortadan kalkması geleceğe olan belirsizliği önemli ölçüde artırmıştır. Ayrıca küresel düzeydeki likidite bolluğu yerini kuraklığa bırakmış, risketen kaçınma eğilimi güçlenmiştir.
Koşullar 2009 yılında Türkiye ekonomisinin net sermaye girişi alamayacağına işaret etmektedir. İyimser beklentiler çerçevesinde ve IMF ile anlaşılsa bile borçların ancak yüzde 70'inin yeni borçla çevrilebileceği, geri kalanın başka kaynak ve rezervlerden karşılanması gerekeceği yönündedir. Portföy yatırımı ve doğrudan yatırım konusunda da net giriş umulmamaktadır. Sebep ise yukarıda özetlemeye çalıştığımız koşulların değişmiş olmasıdır. Bu aşamada gerek belirsizlik gerekse nimet-külfet dengesindeki olumsuzluk risk alma isteğini yok etmiştir. Hal böyle olunca daha önce koşullar değişmeden alınmış risklerin akıbeti ne olacak sorusu önem kazanmaktadır. Herhangi bir riski almak mantıklı görünmüyor ise daha önce alınmış aynı riskin taşınmaya devam edilmesi de tutarlı bir yaklaşım olamaz. Ya net yeni risk de alınabilir ya da eski risklerin de bir an önce azaltılması akıl ve tutarlı davranışın gereği olur. Konuya bu açıdan yaklaşıldığında 2009 yılı için potansiyel döviz taleinin en az 150 milyar doları bulan toplam dövize açık poziyon nedeniyle çok büyük olduğu dikkate alınmak zorundadır.
Potansiyel talep çok büyük, fakat arz sınırlı ise döviz kurlarının dalgalı bir şekilde yükselmesi kaçınılmaz olur. Ve bu gerçeği hesaba katmayan tanminler temenni olmaktan öteye gidemez ve bu tahmini yapanların itibarını da sarsar. Potansiyel talebi sınırlamak ve beklentileri yönetmek adına G-20 zirvesinden mucize beklemek, küresel krizin bitmesi ve eski günlerin geri gelmesi için dua etmek veya IMF ile anlaşmak çözüm değildir. Bütüncül çözüm yoktur, günü kurtararak kısa vadeleri ucuca ekleyerek idare etmek de söz konusu değildir. Hepimiz aynı gemdeyiz söylemi de işe yaramaz. Zira batmaya aday gemide kimseyi sakin olmaya ikna edemezsiniz.
Evet 2009 yılı için potansiyel döviz talebi çok büyük, dövize açık pozisyon taşıyanlar ve ortaya çıkacak hareketler yararlanmaya çalışacak yerli ve yabancılar potansiyel arz ise sınırlı, her yukarı harekette daha önce aldığı dövizi bozduran yerli yatırımcı artık pek aktif olamayacak, rezervler sınırlı ve net sermaye girişi olmayacak. Bu büyük dengesizlik kredi riskini de farklılaştırarak ekonominin durgunluktan çıkmasını engelleyecek. Daha önce yapılmış yanlışların geleceğimiz üzerindeki ipoteği büyüyecek, salt parasal değişikliklerle ve diğer hiçbir şeyi değiştirmeden ve ek bedeller ödemeden bu krizen kurtulmak pek mümkün olamayacak. Dördüncü ve beşinci paketler bazı sektörlerin başının çaresine bakması için bir fırsat, fakat döviz talebini öne alacak, bu uygulamanın bedelini kimler ödeyecek?...