Döviz kuru üzerindeki riskler ağırlaşıyor

Nazlı SARP
Nazlı SARP [email protected]

Hatırlayacak olursak Fed, uzun süren bir sözlü yönlendirmenin ardından ilk kez Mart 2022’de faiz artışlarına başladı ve geçtiğimiz haftaki Federal Open Market Committee (FOMC) toplantı tutanaklarından alınan sinyale göre ise agresif bir biçimde sıkılaşan bankanın faiz artışlarının halen sona ermediği Eylül’de bir artışın daha olabileceği çıkarsaması yapılıyor. Artış yapmasa bile faiz düşürmesinin yolunun en erken 2024’ün ikinci yarısına kadar kapalı olduğu anlaşılıyor.

Peki bir merkez bankası faiz aracını kullanarak, sıkılaşırsa ne olur? Yapılan araştırmalara göre 5 ila 9 çeyrek arasında kesinlikle bir resesyona girmesi beklenir. Peki ABD ekonomisinde böyle bir olasılık var mı? Soft Landing (yumuşak iniş) belki ama derin bir resesyonun olacağını hiç sanmıyorum. Neden mi? Elbette ki Fed’in başarısından değil ve tabii ki de Biden’ın devasa IRA (enflasyonu düşürme yasası) ve Çip yatırımlarının payı büyük de ondan…

Bundan tam da bir yıl önce devreye giren bu yatırım faaliyetleri şimdiye kadar 224 milyar dolarlık gerçekleşme sağlayarak, ülkeye 100 bin yeni istihdam potansiyeli taşıyor. FT’a göre “Enflasyonu düşürme yasası, ülkenin enerji dönüşümünü hızlandırmak, ekonomik büyümeyi teşvik etmek ve Amerikan imalatında bir rönesans başlatmak için çalışıyor. “ Bu sübvansiyonlu yatırımlar bir dönüşümü de beraberinde getirirken Avrupa başta olmak üzere pek çok ülkeyi yatırım yarışında geride bırakmış durumda.

Dünya garip bir yer ve ne tesadüftür ki bu hafta The Economist, hasta adam portresiyle Alman ekonomisini kapak yaptı! Üstelik “ İsviçreli bir güneş enerjisi üreticisi olan Meyer Burger, geçen ay IRA'dan vergi kredisi almak ve Colorado'da 400 milyon dolarlık bir fabrika açmak için Almanya'daki genişleme planlarını askıya aldığını duyurdu.” tarzı haberleri sıklıkla okurken...

Dolayısıyla her zaman olduğu gibi sıkılaşmanın ceremesini yine ABD hariç dünyanın geri kalanı ödeyecek gibi duruyor. Değerlenen dolar endeksi genellikle, gelişmişlik düzeyi ölçütünde diğer ülke paraları üzerinden bir kur savaşı başlatma potansiyelini taşır.

Bu bakımdan savaştaki Rusya’nın agresif faiz artışını, Çin’in emlak krizine kur reçetesini ama en trajik olarak da Arjantin’in seçimlerle yeni bir tsunamiye tutulan ekonomisini izledik. Dolayısıyla yeni bir gelişen ülke kur krizi oluştu denilebilir. Gelişen ülkeler sık sık kur ya da finansal krizlere girerler ki ülkemiz de ne yazık ki bu alanda kırılganlığı en yüksek olanlar içerisindedir.

Arjantin ise adeta bu konuda bir vaka olmayı hak edecek kadar uç bir örnektir. Nobel ödüllü Paul Krugman, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü ve Küresel Kriz kitabında Latin Amerika’yı anlatırken “Bugüne kadar, iktisatçıların anlattığı “makroekonomik popülizm ”in tehlikeleriyle, paranın kötüye gidebileceği çok sayıda yolla ilgili her hikâyede varsayılan para adet olduğu üzere “pezo”dur. “ cümlesiyle bu marjinalliğe atıfta bulunmuştur. Aynı Krugman Türkiye’nin 2018’de yaşadığı kur krizini 1998’de yaşanan Asya krizine benzettiğini söylemiştir.

Yabancıların yatırım için gözdesi haline gelen bir ülke yoğun bir biçimde döviz cinsinden borçlandığında bir biçimde kur krizi yaşamaya namzettir. Ülkemizde Eylül ayında açıklanacak OVP’nin, büyük olasılıkla artık talep tarafından ziyade arz tarafının öncelendiği ve arzın yani üretimin de döviz kazandırıcı potansiyeli yüksek olan katma değerli ve teknolojik yatırımlara öncelik vereceği bir ekonomik modele dayanacağını tahmin ediyorum.

Kredi aktarım mekanizmasının da sadeleşme adımlarıyla işlerlik kazanması ve öncelikli yatırımlara selektif bir biçimde yönlendirilmesi ile de bir paralellik bekliyorum. Türkiye’nin gecikmeli olarak, sıkı para politikasına kademeli bir biçimde yönelmesinin ilk 6 ay ila 1 yıllık süreçte hem kur hem faiz hem de enflasyonda bir miktar yukarı yönlü eğilim oluşturacağını ancak yukarıda atıfta bulunduğum hassasiyetler gözetilirse de bu patikadan hasarsız çıkabileceğini düşünüyorum

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dolar ve altın 29 Temmuz 2024