Döviz kuru hepimizin sorunu

Fatih ÖZATAY
Fatih ÖZATAY EKONOMİDE UFUK TURU [email protected]

1997 ortasında Tayland’da kriz patlak veriyor. Hızla dört Asya ülkesine; Kore, Endonezya, Malezya ve Filipinler’e sıçrıyor. Kriz 1998’de de sürüyor. Asya krizi, iktisat yazınında daha önceki krizleri açıklamak üzere geliştirilen modellerle açıklanacak gibi değil. Bu ülkelerin bazılarında kamu bütçesi fazla veriyor. Mesela 1996 yılında Kore ve Tayland bu durumda, Endonezya’nın bütçesi ise denk. Diğer ikisindeki açık ise çok düşük düzeyde: GSYH’nin yüzde 0,5’i kadar. Disiplinsiz bir maliye politikasından söz etmek mümkün değil kısacası. Dolayısıyla, bütçe açıklarını finanse etmek için merkez bankalarına para bastırılması ve o paraların döviz talebine dönüşmesi söz konusu değil.  

Öte yandan krizden önce bu ülkelerde yüksek düzeyde işsizlik yok. Dolayısıyla 1990’ların başlarında Avrupa’da oluşan ve Avrupa Para Sistemi’nin Döviz Kuru Mekanizması’nın gözden geçirilmesine yol açan kriz sırasında yaşananlardan esinlenilerek oluşturulan modellerdeki gibi, otoritelerin işsizlikle döviz kurunu korumak ve kollamak arasında bir tercih yapması gerekmiyor. 

İktisatçılar durumdan vazife çıkarıp, kriz yaşayan Asya ülkelerinin ortak özellilerine odaklanıyorlar. Ortaya çok önemli modeller çıkıyor böylelikle. Bu modeller özellikle 2007’de başlayan çarpıcı küresel krizin nedenlerini anlayabilmek için de hayati öneme sahipler. Üçüncü kuşak kriz modelleri diye adlandırılıyorlar ve temelde şirketler kesiminin ve/veya bankalar kesiminin bilanço yapısındaki bozukluklara dayanıyorlar.

Ne tür bozukluklar? Mesela bir kurumda döviz cinsinden borçlar, döviz cinsinden alacaklara kıyasla çok yüksek olabilir. Bu durumda döviz kurunu sıçratan ve ulaştığı düzeyde tutan ya da daha da yukarıya doğru baskılayan gelişmeler, o kurumun yüklü miktarda zarar etmesine yol açar. Bütün olarak bakıldığında, bir ülkede bankacılık ya da şirketler kesiminin ya da her ikisinin birden bu durumda olması, dolayısıyla önemli bir kırılganlık kaynağıdır. Ya da özkaynaklarına kıyasla çok yüksek miktarda kredi açmıştır bankalar. Bu kredilerin geri ödenmesinde artan sorunlar bankaları zor duruma düşürecektir. Benzer bir biçimde bankaların varlıklarının değerlerinde oluşacak keskin düşüşler de (mesela tahvil faizlerin sıçraması –tahvil fiyatlarının dibe vurması) bilançoları tahrip edecektir.

Konuyla ilgili olanların yakından bildikleri bir gerçektir: Bir ülkede sadece bankacılık kesiminin bilançosunun düzgün olması yetmez. Şirketler kesiminde bilanço kırılganlıkları varsa, ani olumsuz şokların şirketleri zor duruma düşürmesi, gecikmeden bankaları da zor duruma düşürür. Zira, açık ki, zor durumdaki şirketler bankalara olan yükümlülüklerini yerine getiremeyeceklerdir.
‘Uluslararası Yatırım Pozisyonu (UYP)’ bir ülkenin yurtdışından alacakları ile yurtdışına borçları arasındaki farkı ifade ediyor. Merkez Bankası, Türkiye’nin UYP’sini aylık olarak yayınlıyor. G20 ülkelerinin her biri de bu veriyi yayınlıyor. Son veri Kasım 2014 için var. Türkiye’nin UYP’si eksi 438.1 milyar dolar. Bu değer G20’deki yükselen piyasa ekonomileri içindeki (eksi olarak) en büyük değer. Farklı bir ifadeyle, Türkiye’nin yurtdışına borcu, yurtdışından alacaklarına kıyasla çok fazla. Dahası son yıllarda sürekli (eksi olarak) artıyor Türkiye’nin UYP’si. Mesela 2002 sonunda eksi 85.5 milyar dolar. 2007 sonunda eksi 313.7, 2013 sonunda ise eksi 393.5 milyar dolar. Bu açığın önemli bir kısmı ise şirketler kesiminde.

Uzun lafın kısası şu: Döviz kuru hepimizin sorunu. Ani sıçramaların şiddeti artar ve bu tür sıçramalar yaygınlaşırsa Türkiye ekonomisi için hayırlı olmaz. 
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Havuz problemi 01 Ağustos 2018
Elbette zor ama mümkün 20 Haziran 2018
Bazı basit gerçekler 06 Haziran 2018