Döviz kurları yükselirken ekonomiye güven artar mı?
Türkiye İstatistik Kurumu tarafından hesaplanan Ekonomik Güven Endeksi, kasım ayının ilk iki haftasında derlenen verilere göre yüzde 7.4 oranında artmış. Tüketici ve üreticilerin ekonomik duruma ilişkin değerlendirme, beklenti ve eğilimlerini özetlediği iddia edilen bu endekse yansıyan görünüm güven vermiyor. Ekim ayı başından itibaren yükselen ve Kasım ayı genelinde ivmelenen döviz kurlarına rağmen ortaya çıkan bu sonuç pek itibar göremiyor!
Sormak gerekiyor, endekse yansıyan ekonomik güven artışı neden piyasa eğilimleri tarafından doğrulanmıyor? Ekonomik Koordinasyon Kurulu, hangi sebeple bir hafta içinde üç kez toplanma ihtiyacı duyuyor? Durum iyiye gidiyor ise, Merkez Bankası Para Piyasaları Kurulu’nda alınan kararlar hangi olumsuzluklara tepki niteliği taşıyor? Ekonomi bürokrasisindeki söylem değişiklikleri, koordinasyonsuz panik arayışlar ve görüş farklılıkları neler düşündürüyor? Ekonomik Güven Endeksi’ni yükseliyormuş gibi göstermek, beklentileri düzeltebilir ve olumsuz piyasa eğilimlerini terse çevirebilir mi?
Türkiye ekonomisinin yapısal özellikleri ve kesinlikle sürdürülebilir olmayan eğilimleri, ekonomik güvenin tespitinde döviz kurlarındaki eğilim ve beklentileri rakipsiz kılıyor; aksini iddia eden endeksleri ve bunları hesaplayanları itibarsızlaştırıyor, sisteme ve kurumsal yapıya yönelik güvensizliği daha yukarılara tırmandırıyor. Cari açık, bütçe açığı ve tasarruf açığından oluşan üçüz açık bu sonuçta belirleyici oluyor. Taşınan toplam kur riskinin ve dış ticaret hacminin Gayri Safi Hasıla’ya olan oranlarındaki yükseklik, eğilimlerin kontrol altında tutulabilmesini zorlaştırıyor.
Türk Lirası’nın dalgalı bir şekilde değer kaybetmeye başlaması, makroekonomik beklentilerin olumsuzlaşması yönündeki belirsizliklerin artması anlamına geliyor. Zira maliyet kökenli enflasyon baskılarının artması, işsizliğin yükselmesi ve ekonominin durgunlaşması yönündeki beklentiler ön plana çıkıyor; kendi kendini besleyen bir kısır döngü oluşuyor ve kriz yönündeki algıları güçlendirebiliyor. Eşanlı olarak küresel ve bölgesel koşullar da olumsuzlaşıyor ise kırılganlık endişesinin daha önce görülmemiş seviyelere sıçraması kaçınılmaz olabiliyor!
Döviz kurlarındaki kalıcı nitelikteki yükselişler, iç talebi daraltıp nakit akımlarını bozarak ciddi sıkıntılar yaratıyor; akım ve stok şeklindeki sorunlar çok tehlikeli olmaya başlıyor. Finansal yapı, kamu kesimi ve hizmet sektörlerinin aşırıya kaçan oranda ve olumsuz yönde etkilenmesi söz konusu olabiliyor. Gelir ve servet dağılımlarındaki olumsuzlaşmalara kayıtsız kalmanın birikmiş maliyetleri de kapıyı çalıyor. Bozulan beklentiler nedeni ile riskten kaçınma eğiliminin güçlenmesi, olumsuz eğilimleri güçlendiren faktör olarak devreye girebiliyor.
Kısmen yukarıda özetlemeye çalıştığımız tehlikelerin hareketlenmiş olması nedeniyle, Ekonomik Güven Endeksindeki görünümün aksine güven bunalımının etkili olmaya başladığını görmek gerekiyor. Eğer Durum böyle olmasa, bir hafta içinde Ekonomik Koordinasyon Kurulu üç kez toplanmak, beklentileri düzeltmek ve olumsuz eğilimleri terse çevirmek adına bir şeyler yapılıyormuş izlenimi yaratmaya çalışmak zorunda kalmazdı; Merkez Bankası Para Piyasaları Kurulu, sürpriz sayılabilecek tepkisel kararlara imza atmazdı.
Küresel koşullar dalgalı bir şekilde olumsuzlaşmayı sürdürüyor, kullanılabilir döviz rezervlerimiz eriyor ve mevcut yaşam standartlarını koruyarak bu şekilde devam edebilme şansımız hızla azalıyor. Çok uzun süredir bu duruma düşmemek adına yapılması gerekenlerin ihmal edilmesi ve yapılmaması gerekenlere olan bağımlılığın artmasına kayıtsız kalınmış olması, olumlu düşünmeyi olanaksızlaştırıyor!
Haftaya kasım ayı enflasyon rakamları açıklanacak; döviz kurlarındaki artışın maliyet kökenli etkisi kısmen yansımaya başlayacak. Türk Lirası’ndaki yüzde 10’luk değer kaybının enflasyona olan katkısının 1.5 puanla sınırlı kalmayacağı da zamanla görülecek!