Döviz cinsinden gelirler azaldıkça kırılganlık artıyor!
Türkiye İhracat Meclisi tarafından açıklanan rakamlara göre, mayıs ayı ihracatımız bir yıl öncesinin aynı dönemine kıyasla yüzde 19 oranında daralarak 10.81 milyar dolar düzeyine gerilemiş. Kırılganlık algısını güçlendiren bu önemli olumsuzluğun sebepleri üzerine kafa yormak gerekiyor.
Evet, otomotiv sektöründeki iş bırakma eylemleri mayıs ayı ihracatımızı olumsuz yönde etkiledi; fakat bu rakam daralmanın sadece 5 puanlık kısmını açıklıyor. Bu olumsuzluk ve altın ihracını mahsup ettiğimizde, Ocak-Mayıs dönemindeki beş aylık ihracat yüzde 13’ü aşan bir gerilemeye işaret ediyor. Durum böyle iken ikinci yarıyılda her şeyin düzeleceğini iddia etmek pek anlamlı görünmüyor. Ayrıca dışsatımı daraltan faktörlerin, tüm döviz kazandırıcı faaliyetleri aynı yönde etkilediğini hesaba katmak gerekiyor.
Genişleme eğilimi sergileyen jeopolitik riskler, döviz piyasalarında aşırı oynaklığa sebep olan eğilimler, başta petrol olmak üzere emtia fiyatlarında yaşanan sert dalgalanmalar, artan belirsizlik karşısında daha tedbirli olmayı gerektiren davranış kalıpları gibi bir dizi faktör döviz cinsinden gelirlerimizi sarsıyor. İçerideki ekonomik-sosyal ve siyasi dengelerde bu durumdan olumsuz yönde etkileniyor. Makroekonomik görünüm hızlanan bir şekilde bozuluyor ve güvensizlik arttıkça istikrarsızlık endişesi belirleyici oluyor. Olumsuz algıların güçlenmesini, beklenti düzeyinde önlemeye çalışmak ta yeterli olamıyor.
İçinde bulunduğumuz koşullarda, kırılganlık algısını geriletmenin yolu döviz kazandırıcı faaliyet gelirlerini arttırabiliyor olmaktan geçiyor. Fakat bu konuda nal topluyor ve güçlü bir şekilde gerilemesini önleyemiyoruz. Döviz cinsi gelirler ve döviz rezervleri eriyor, olumsuz beklentilerin belirleyici olması engellenemiyor. Nafile bir şekilde, önce enflasyon ve yapısal reform diyerek havanda su dövmekten vazgeçilemiyor! Ödemeler dengesini sarsarak kırılganlaştıran faktörleri pek kimsenin dikkate almayacağını varsayarak, kendi gerçeklerimizi görmezden gelme gafletinden kurtulamıyoruz.
Önce enflasyon deniliyor, fakat Türk Lirası aşırı yüksek oynaklıkla değer kaybetmeye devam ediyor; yapısal reform söyleminin ödülü olacağı düşünülen sermaye desteği gelmiyor ve beklentiler bozulmaya devam ediyor. Velinimet olarak gördükleri dış güçleri üzmekten çekinen etkili ve yetkililerimiz, gerçekçi olmayı beceremiyor. Son on yıllık dönemdeki ekonomi ile dış ve iç politika konusundaki yanlış tercihlerin sonuçları ile yüzleşmekten kaçınıyor.
Küresel Pazar genişlerken, üretimi kendi kaderine terk ederek borçla iç pazarı genişletmeye çalıştık; doğal rekabet avantajı sunan komşularımızla olan ilişkilerde yapmamız gerekenlerin tam aksine abone olduk! Şimdi dışarısı daralırken tıkanıyor ve borçları nasıl ödeyeceğimizi bilemiyoruz; kırılganlık artışını nasıl olup ta kontrol altına alabileceğimizi kestiremiyoruz. Demiri tavında iken dövmemenin ve büyük israflar yolu ile geleceğimizdeki ipoteği büyütmenin, bedelsiz olmadığını ve yapısal reform diyerek geçiştirilemeyeceğini bilmemiz gerekiyor!
Döviz cinsi gelirlerimizin ve rezervlerimizin azalması, kurların dalgalı bir şekilde yükselmesi sürpriz değildir. Ne ekti isek onu biçiyoruz! Daha fazla risk alıp kara para aklayarak veya batılı çıkarların tetikçisi olmayı kabullenerek durumu dengeleyemeyiz! Herkesin yaptığının tersini yapmak, dün çözüm olmadı ve yarınlar için de durum değişmeyecek gibi görünüyor!
İş barışının, kırılganlığın çok tehlikeli bir şekilde artmaya başladığı bu dönemde bozulmaya başlaması da sürpriz sayılmaz. Ağırlaşmış sorunlar, hem kurumsal yapının hem de çalışanların belini büküyor; bu şekilde devam edilemeyeceği endişesini güçlendiriyor.
İhracatımız sert bir şekilde geriliyor, turizm gelirlerine ilişkin beklentiler bozuluyor ve riskten kaçınma eğilimi güçlendikçe dış finansman olanakları daralıyor. Bu eğilimlerin yönü değişmiyor ise Türk Lirası da dalgalı bir şekilde değer kaybetmeye devam eder, içeriye ilişkin gelişmelerin de olumsuzlaşması önlenemez.